21 Mayıs 2008

İSİMSİZ BİR HİKAYE(alıntıdır)

Sevgili Leyla'dan yayımlanmasını istediği kısa bir yazı daha.




Gözlerimi açtığımda, geniş pencerenin, uçları dantelli keten perdesinin arasından sızan güneş odayı aydınlatmaya başlamıştı, çok erken uyandığımı biliyordum onca yaşananın ardından çok erken. Doğruldum, her bir düğümünde göz yaşı saklı kilimin üzerine basarak gidip pencereyi açtım, deniz tuzu kokan rüzgarı içme çektim. Bu, her duvarı beyaza boyalı odada her şey pek bir sakindi. Bir zamanlar burun kıvırdığım, sakin bir sahil kasabasındaki bu taş evin, bu odasında bu kadar dingin uyanacağım aklıma gelmemişti. Kapının arkasında valizlerimi gördüm, demek daha boşaltmaya vaktim olmamış. Tanrım kaç gündür uyuyorum ben? Dışarıda neler oluyor bakmalıyım.




Gençliğimin, bana çok kısa gelen birkaç yılını geçirdiğim bu kasabada pek çok şey değişmiş. Şimdilik sadece bir yabancı olduğum bu yerdeki meraklı gözlere aldırmadan yürüyorum sokaklarda. Akşama kadar yürümek istiyorum sıcağa aldırmadan. Tekrar ezberlemeliyim bütün sokakları zira bu kez uzun kalacağım belli. Merakını yenemeyen bir teyze soruyor bana yavrum kimlerdensin? Kaçaklardanım teyze kaçaklardan. Bildin mi? Bilemezsin. Çok şeyden kaçıp geldim çünkü, herkesten, her şeyden, işimden, ailemden, var olduklarını sandığım arkadaşlarımdan, dost sandıklarımdan, yaşadığımı sandığım aşklardan, aşklaşmalardan, yaralardan, berelerden, incinmelerden her şeyden. Son umudum burası, bir şeylerin varlığına inanmam için son umudum.




Balıkçı teknelerinin motor sesleriyle irkiliyorum, nasılda dalmışım bu küçük tepeden muhteşem görünen gün batımına. Taze balık kokuları içinde eve dönüyorum. Bir poşet balık elimde. Tek başına verilen bir ziyafetten sonra artık eşyalarımı yerleştirmeliyim. Siyah kalın hırkamı da almışım, iyi. Geceleri serin oluyordu diye hatırlıyordum doğruymuş. Bütün giysilerimi almışım. Boyalarımı fırçalarımı da. Olması gereken ne varsa hepsi burada, sessizliğim, yalnızlığım onlarda tamam. Yerleştik.




Bu sabah güzel bir kahveden sonra artık arka bahçemde ki küçük toprak parçasıyla ilgilenme vakti geldi. Toprağı çapalayarak havalandırmak ve biraz su yetti güllerimi bağrına basması için. En kırmızılarından diktim, en solmazlarından. Dikenleri yaşadıklarım kadar acıtmadı canımı. Parmaklarımdaki çizikler önemli mi kalbimde daha derinleri varken. Havada yine o deniz tuzu kokusu, biraz daha dikkat kesilsem duyabilirim dalgaların seslerini.




Sokakları keşfetmeye devam ediyorum yeniden. Eski bir han vardı hatırımda kalan acaba hala yerinde midir, merak ediyorum. Beni buraya çeken neydi tam olarak hatırlayamıyorum. Birilerine sarılacakmış gibi koştum buraya, birilerine sığınacakmış gibi koştum çünkü. Sokaklarını gezerken bir çift çocuk gözü takılıyor gözüme hayli tanıdık. Hatırlayamıyorum bana neyi hatırlattığını. Burnumda hep deniz kokusu. Bu akşam evin terasından izlemek istedim gün batımını, dağlara sırtım dönük. Kasabaya biraz kuşbakışı.Bu kadar yüksek miydi burası? Yine tüm gölgeler teslim oldu karanlığa. Günlerdir, gecelerdir; Kimseden haber almadım. Vermedim kimseye haber. Arayamazlar çünkü bulamazlar. Çünkü bilemezler burada olduğumu. Onun için geldim. Yaralarım o kadar yeni ki. Bir o kadar da derin. Ama iyileştirecek bu kasaba hepsini, inanıyorum, inanmak istiyorum. Bana inanılmaz bir huzur ve anlaşılmaz bir heyecan veren o çocuk gözlerini bulmak için çıkacağım sokaklara bu sefer, görürsem durmasını söyleyeceğim, durmazsa peşinden koşacağım. Nasılsa hep koştum bunca zaman. Uyumayacağım bu gece. Ay ışığı misafir odamda.




Her gün geçtiğim sokaklardan geçiyorum tekrar, bu deniz meltemiyle uğuldayan, tuz kokan sokaklardan. İşte ! Yine o çocuk. hey bekle, dur. Koşuyorum peşinden, uzun uzun koşuyorum. Deniz fenerine gidiyor. Tanrım sanki bir şeyler hatırlıyorum. İşte deniz fenerindeyim, nerede bulamıyorum. İçimi kaplayan bu buruklukla karışık huzura anlam veremiyorum. Oturuyorum deniz fenerinin dibine sırtım ıslak duvarına dayalı. Sanki ilk oturuşum değil bu evet hatırlıyorum! Buradan gideceğim günlerdi. Her gün aynı köşe başında karşılaştıktan çok uzun zaman sonra o fenerin dibinde birlikte günbatımını seyretme cesareti bulduğum o gözleri arıyordum aslında. Başım omzunun sıcaklığında. O omuz bana acılarımı unutturabilir miydi?



Yaralarımı sarabilir miydi? Bana acılar, hüzünler yaşatanlardan hesap sorabilir miydi, beraber sorabilir miydik? Hala bu kasaba da mıydı? Bütün ömrüm boyunca aradığım aslında o muydu?.




Artık her sokağa çıkışımda fenere uğramadan eve dönmüyordum, kim bilir belki oda buralardaydı belki oda bir çift göz hatırlıyordu o zamanlardan kalan. Belki oda arıyordu? Belki uğruyordu oda bu fenere? Belki de unutmuştu? Son umudum o muydu?




Eve vardığımda beni karşılayan güllerimin kokusuydu. Mutluydum orda olmalarından. Yorulduğum zaman burada alıyordum soluğu. Bir gün yine yerlerine yenilerini dikerken; Sıcacık bir ses duydum bahçe kapısının önünde. Hoş geldin! Döndüm, işte ordaydı birkaç adım ötemde. Gözlerimden yılların yaşları boşaldı. Hoş bulduk dedim. Hoş bulduk! Oturduk bahçede yan yana. Her şeyi anlattım ona, herkesi. Ne kadar üzgün olduğumu, ne kadar acı çektiğimi, nasıl incindiğimi, incittiklerini, gerçek sandıklarımı, yalan olanları, sırtımdaki hançerlerini, zehir dillerini. Her şeyi. Sadece sarıldı bana. Sıkı sıkı sarıldı. Öylesine huzurluydum ki. Hiç konuşmadı. Kelimeler anlamsızdı zaten artık sadece gözler vardı.




Leyla…
26.08.2007
15:20