16 Mart 2007

PORTAKALLI KURABİYE

Bu kurabiyelere bayılırım. Yıllardır her kış hiç aksatmadan yaptığım ve çayın yanında tükettiğim çocukluk kurabiyelerimdendir.

Annem bu kurabiyelerden yaparken kedi gibi başında bekler ve insafa gelip kurabiyenin çiğ hamurunun tadına bakmamıza izin vermesini isterdik. Bir de muhallebi yaparken elimizde kaşıklarla bekleyip yalvardığımızı hatırlıyorum.

- N'olur anneee, dibini tuttur anne.
- -Lütfen anne.

Sonra üç kardeş elimizde kaşıklarla dalardık tencereye. Aman sakın kardeşlerim benden daha fazla yemesin. Çoğunu ben almalıyım yarışına başlardık.
Ne güzel şey çocukluk; Hatırlamak bile dudaklarımızın yukarı doğru kıvrılmasına gözlerimizin hülyalı bakmasına yetiyor.

Bütün dünya benim etrafımda dönerdi. Annem ve babam dünyanın en önemli kişileriydi, onlardan daha büyük insan yoktu. Halbuki annem gencecik üniversiteyi yeni bitirmiş bir kadınmış beni kucağına aldığında. Çocukmuş daha. Bizimle bol bol oyun oynayıp bebeklerimize ceketler örmesi de ondanmış. Şimdi ayrımsıyorum bunu.

Oysa ben bu yaşımda kendimi çocuk hissediyorum. Ölmedi daha. Oralarda bir yerde kovboyculuk oynuyor ata biniyor kızılderili olup ördüğü saçlarına tüyler takıyor.

Dalıp gidiyorum ve bazen otobüslerde hayaller kuruyorum. Fiilen değil belki ama hayallerimde oyun oynuyorum. Keşke hiç büyümeseydim diyorum. Mutsuz olduğumdan değil. Ama çocukluktaki saf katışıksız mutlulukla asla karşılaştırılamadığından. Onu özlüyorum. Öyle çok özlüyorum ki yürüyen bebeğimi kıran kıza hala daha kızgınım. Ona bebeğimi veren Anneanne’me de çok kızgınım. Bebeğim daha yatağımın altında iki parça halinde duruyor . Kafası kolunun altında ! Atamadım.Belki ben öldükten sonra anlamayacaklar ve gülecekler bulduklarında.Kim bilir ne fanteziler ve fikirler dansedecek kafalarında.Olsun.

Geldiği günü bile hatırlıyorum oysa. Nasıl yürüdüğünü. Annemin babama :
- ne gerek vardı neden aldın
diye kızdığını ve o esnada balkonda çamaşır asmakta olduğu da gözümün önünde. Mavi kutusunun içinde kocaman pembe elbiseli sarı saçlı mavi cam gözlü bir bebek. Ayakkabılarının altı yumuşacık. Benim için öyle kıymetliydi ki oynamaya ya kıyamadım yada bozarım diye elime sık verilmedi. Malum o zamanlar böyle oyuncaklar piyasada yoktu. Ama Anneanne’mi ziyarete gelen kızın birisi çat diye kafasını koparıverdi işte.

Ama Anneanne’me haksızlık etmemeliyim. Çok enterasan bir kadındır kendileri. Tam Anadolu annesi. Yiğit, mert, kahve falına bakan, büyüye inanan, mezarlıklara gidip dua eden çok acayip ve farklı kesimlerden arkadaşları olan. Her konuda konuşabileceğiniz üstelik yanında İzmir küçük bir köymüş de yarısını tanıyormuş hissine kapıldığınız ama asla düşman olmak istemeyeceğiniz ve zaten tavsiyede etmeyeceğim vasıfta.

Sabah evden çıktı mı en azından iki kişiye uğramadan eve dönemeyen bir kadın. Parasını çalan müteahhidi polisler bulmayı başaramayınca polisleri de alıp adamın evini basacak kadar korkusuz felaket bir kadın. Bir gün bile sert sözünü duymadım. Ürküten otoritesini hissetmedim. Ama gene de her dediğini yapardım. Yaptırırdı bir şekilde. Onun yanında söz dinleyen iyi kız oluverirdim.

Çok iyidir. Benim canımdır.Tanımanızı isterdim. Onun sayesinde bol bol yürümeyi kahve içip fal baktırmayı kapı kapı gezmeği ve yaşlıları çok seviyorum.

O’nunla hayatım Sadık Yemni’ nin Muska romanındaki gibi geçerdi. Sıcak yaz günlerinde güzelce yıkanmış nemli bahçelerde mangal da kahveler pişirilirken ve fallar açılıp kiminin gelini kiminin kayınvalidesi hakkında yorumlar yapılırken, ben kilim örtülü divanlarda akşam safalarının yanında kedileri mıncıklardım. Ya da kemeraltında gezerken çok yorulduğumuzda Hisar Camii’nin üst katına kadınlar bölümüne çıkıp dinlenirdik. O eski caminin, taş duvarlarının arkasında, serin, hafif mırıltılarla dolu huzurlu ortamında anneannemin pardesüsü üzerimde örtülüyken uyuduğum uykuların tadını nasıl unutabilirim. Sonradan bir kaç defa tutturmuştum camiye gidelim uykum geldi yoruldum diye. Ne yaptı bilmiyorum ama ezan sesini duydukça hep içimi bir huzur kaplar ve esnemeye başlarım. Belki uzun yaz günlerinde öğleden sonraları imbatla uçuşan perdelerden rüzgarla birlikte giren ezan sesini de uykumda hissetmemdir sebebi. Ne olduğu önemli değil beni rahatlatır.

Anneannem camiiye canımın istediği zaman girebileceğini çekinmemem gerektiğini bana gösteren insandı. Mevlütlerde Kur’an-I Kerim okunurken veya vaaz verilirken hoca ya fırça atacak kadar kendine güvenen mert bir insan. Öyle bir insandı ki; koca adamların karşısında ezilip büzüldüğünü gördüm, o kendinden emin ses tonunu yüksetmeden çakmak çakmak yanan yeşil gözleriyle insanların gözlerinin içine baka baka konuşurken.Üstelik de tam bir sosyal demokrattır.

Bir gün onu uzun uzun anlatırım. Onunda hayatımda çok önemli doldurulumaz bir yeri vardır benim için.

İşte böyle bir portakallı kurabiye dedik taa nerelere geldik. Serbest çağrışımın atı gene dolu dizgin bugün.