27 Aralık 2008

ŞAFAK (DENEME)


sil bastan - sebnem ferah





Kendini çok yalnız hissettiğin oldu mu? Dostlarının, ailenin yanında. Seni sevdiklerini söyleyen ama anlamamakta dinlememekte inat eden dostların ortasında. Kanadı kırılmış ve yalnız. Kocakarı fırtınasında kalmış gibi soğuk tatsız. Dumanlı ve rüzgarlı hissettin mi hiç.


Eğer kafana takmıyor ve fazla derin düşüncelere sahip değilsen fazlaca titremiyorsa için yalnız değilsindir görünürde. Olsan da anlamazsın zaten. Anlamadığın anlayamadığın şeyler üzemez ki seni. Hele de zaten farkında değilsen bildiklerinin . Üç beş şakayla günün neşeyle dolup yatağına kıvrıldığında yetiyorsa basit anılar ve geyikli sohbetler gerçekten çok şanslısın. Hep derim cehalet ve yanında bencillik ne güzel bir tariftir bu. Dibi tutmaz. Basit günlük kaygılar yeter gününü geçirmeye ömrünü doldurmaya. Ama gerçekten paylaşmak istiyorsan kendini sevdiğinle. Gerçekten paylaşmak istiyorsan hayatı onunla ne yapman gerekiyor. Arada bir belki fark eder yangına tutulmuş gibi saldırır belki küser sonra hadi devam dersin. Yakasını silkelesen de tutup sarsanda sağır yürekler duyar mı çığlıklarını yalnızlığın?


Yeniden başlayabilecek misin? Hatta yeniden aşık olabilecek misin ona? İlk günkü gibi titretebilecek mi bildik teni yeni keşfediyormuş gibi. Deneyebilir misin? Yüreğin var mı? Olmazsa bozduğun ezber geri teper diye korkmaz mısın? Katlandığının ve aslında aşkın çoktan gömüldüğünün farkındalığına ermek de var sonuçta. Ölü mezardan çıkıp yeniden şarkılar söyletir mi acaba?


Bu mudur insanları aldatmaya yeni heyecanlar aramaya iten. Geçici hayalet bedenler, ruhlar yeter mi mutluluğa? ..

Ben sınavdan geçtim. Kurtardım yüreğimi ve benliğimi. Kelimeler dizilmiyor artık boğazımda. Karanlık aydınlığa yelken açtı. Ufukta güneşim yeniden doğuyor. Ölümü gördüm ve artık hoş geldim hayata.

Foto buradan: http://www.silverblades-suitcase.com/mojo/dark_sun_dawn.jpg

22 Aralık 2008

Arkadaş-ALINTIDIR












06-Melike
Demirağ - Arkadaş.mp3 -




Arkadaş güzeldir, önemlidir, olmazsa olmazdır.


Her an elini tutacağını bildiğindir, yeri gelir dövüştüğün, yeri gelir sarıldığındır. Sırtını dayadığın, omzunda ağladığındır…


Kocanla konuşamadığını paylaştığındır. Gönlünü açıp rahatça konuştuğundur.


Dedikodu yaptığın, kıkırdadığındır.


Aynı fikri paylaşamasan da, aynı eğitimi ve terbiyeyi almasan da, Dünya'ya aynı yerden bakmasan da kendini anlatabileceğin ve seni anlayacağına emin olduğundur.


İşte bütün bunları yaşabildiğin insandır arkadaş.


İşte o yüzden önemlidir Sevgili Arkadaşlarım :))




Özlem Yalçınkaya

18 Aralık 2008

METRODAKİ KEMANCI-ALINTI

Bu yazı aslında bana gelen bir e.posta.Benim çok ilgimi çekti:) Çünkü bana her gün vapura bindiğim iskelede tambur çalan adamı hatırlattı. Hele havanın güzel olduğu o güzelim akşamlarda uzaktan gelen sesle mest olurum. Ama ne dinlemeye ne zevk almaya hiç vaktim yoktur. Sadece hoş bir ayrıntı olarak takılıp kalır aklıma. Nedense para vermekten de utanırım. Ne olursa olsun müzik aleti çalan ve benim hiç sahip olamadığım bu yeteneğin önüne para atıp tıngırdatmaktan, vereceğim bedelin az olacağını düşündüğümden, aklımdan geçeni veremeyişimden daha bir sürü nedenden dolayı başımı çevirmeden önünden geçer giderim. Nedense sokak sanatçısını izleyen o grubun içine katılamam.

Ama şu bir gerçek ki farkındalık önemli bir kavram.Neyi neden yaptığımızın farkında olmamız hem kendimizle daha barışık olmamızı hemde birilerinin peşinde kürek çekerken durup kendimizi dinlememize neden oluyor. Görmek ve bakmak gibi bir şey. Bakmak görmek değildir.Yürüdüğün yolda kafalarımızda tilkiler dolanıp dururken neleri görebiliyoruz acaba önümüzden geçip giden.

Daha özgür ve farkında gündelere.
------------------------------------------------------------------------------------------------

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder..

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.
Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.


Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...


Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba?

aşağıdaki adres izleyebilirsiniz

http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2007/04/04/AR2007040401721.html

FOTO:http://www.aaviolins.com.au/images/Scott-&-Guan-Viola-STA-850.jpg

13 Aralık 2008

PIRASALI BÖREK

5 adet yufka
1 kg pırasa
250 gr beyaz peynir
1 demet maydanoz
Tuz, karabiber
----
1 yumurta
1 su bardağı süt
1 su bardağı sıvı yağ
1 su bardağı su.


1- Süt, su, yumurta yağı güzelce çırpın.
2- Pırasaların beyaz kısımlarını ayıklayıp ince kıyın ve az yağda kavurun.İyice piştikten sonra ufaladığınız beyaz peyniri ince kıyılmış maydanozu tuz ve karabiberi ekleyerek soğumaya bırakın.
3- İlk yufkanızı dikdörtgen borcama kenarları dışarı çıkacak şekilde serin.
4- İkinciyi yufkayı olduğu gibi harca batırın. Tepsinize karışık şekilde serin.Üçüncü yufkaya da aynı işlemi uygulayın.Hazırladığınız pırasalı harcı yufkaların üzerine eşit şekilde yayın.Dördüncü ve beşinci yufkayı da diğer yufkalar gibi karışıma batırın ve tepsiye pırasaların üzerine dökün.
5- Dışarı taşan yufkayı tepsiye kapatın ve bir bıçakla böreği kareler halinde kesin. Kalan karışımı böreğin üzerine döküp üzerine çörek otu serpin.
6- Biraz dinlendirdikten sonra (½ saat kadar) fırına verin.Altı ve üstü iyice kızardıktan sonra fırından alın.Soğuk yada ılık servis edebilirsiniz.

01 Aralık 2008

BİTTER ÇİKOLATALI KEK

Kiss Me, Honey Honey, Kiss Me - Shirley Bassey




Birçok bayan gibi bende çikolatayı çok severim. Kokusuna ve tadına dayanamam. Bayılırım desek doğru olur. Bir reklamda dediği gibi tatlı krizine girip ufaklığın çikolatalarına yürütürüm.Evde ki çikolata tüketimin en büyük sorumlusu benimdir hatta. İşte bu kekte çikolata krizine deva olacaklardan birisi. Mis gibi çikolata aroması ve kokusuyla harika. Ben çok severek heyecanla yaptım ve zevkle tükettim. Patenti bendenize ait olan bu keki çikolata tutkunları sevecektir.


Malzemeleri


4 yumurta
1½ bardak şeker
1 bardak yoğurt
1 paket kabartma tozu
1 paket bitter çikolatalı puding
3 bardak un
1/2paket margarin (oda sıcaklığında)
½ çay bardağı sıvı yağ.



Hazırlanması

1-Kalıbınızı margarinin birkısmıyla yağlayın ve unlayın.Kalan kısmını keke ilave edeceğiz.
2-yumurta ve şekeri çırpın.
3-Pudingi ilave ederek homojenize olana kadar çırpın.Un ve kabartma tozunu ekleyin.
4-Margarini ve sıvı yağı ekleyip pişirin

-Eğer bitter çikolatalı puding kullanmıyorsanız şekerini daha az koymanız gerekebilir.



Afiyet olsun.

27 Kasım 2008

AYDINLIK

Güneþ Doðudan Doðar - Mercan Dede


Hiçbir vakit tam karanlik degil gece

Kendimde denemisim ben

Kulak ver dinle

Her acinin sonunda

Açik bir pencere vardir.

Aydinlik bir pencere

Hayal edilecek bir sey vardir

Yerine getirilecek istek

Doyurulacak açlik

Cömert bir yürek

Uzanmis açik bir el

Canli canli bakan gözler vardir

Bir yasam vardir yasam

Bölüsülmeye hazir.

Paul Eluard


foto : http://fc01.deviantart.com/fs11/i/2006/196/2/8/Island_at_Night_by_gucken.jpg

19 Kasım 2008

MEYVE AROMALI PUDİNG PASTASI

01 Put the blame on mame.mp3 - rita hayvard




Bazı günler ne yapacağınızı bilemezsiniz. Aniden misafir gelir.Ufaklık tatlı diye tutturur . İşte geçen Pazar benim için öyle bir gündü. Uyunmadan geçen bir cumartesi akşamından sonra yorgunluğumuzu atmak ve biraz kendimize gelebilmemiz gerekiyordu. Sabah geç kalkmış kahvaltıya diyerek çıkıp akşama kadar gezmiştik. Akşam yemeğinden sonra çayı demleyip keyif anı için canımız tatlı çekti çekmesine ama ben ne yapacağımı bilemezken ve erzak dolabını talan ederken bulduğum malzemelerle anında uydurduğum bir tarif.Ancak tüm uydurma yapılan yemekler ve tatlılar gibi oldukça başarılı.Canıniz hafif ve sütlü ama değişik aromalı bir şeyler yemek istediğinizde kolaylıkla yapılacak bir puding pastası.Bence yazında uzun akşamüstü keyiflerinde oldukça sevilecek bir tatlı.Ayrıca, Bu tatlıyı bir bir çırpıda yapabileceğiniz için de beğeneceğini umuyorum.

Bereket versin savoyer bisküvileri artık marketlerde paketle satılıyor. Önceden alıp dolaba kaldırmak gibi bir şansımız var. Hatırlarımda annem savoyer bisküvi bulamadığından hazırlayacağı tatlıdan vazgeçtiği çok olmuştu.Biz şanslıyız.




MALZEMELER


2 Paket Vanilyalı Puding
3 Bardak Şeftali Suyu
4 Bardak Süt
1 Paket frambuazlı meyveli sSos
25-30 Adet Savoyer Bisküvisi (Tepsi Büyüklüğüne Göre Değişir)


HAZIRLANMASI


1-Savoyer bisküvilerini tepsiye dizin. Üzerlerine 1 bardak şeftali suyuyla ıslatın.
2- Vanilyalı pudinginizi tarifine göre hazırlayın. Ancak 2 bardağında süt yerine su kullanın.
3-Tepsideki savoyer bisküvilerin üzerine dökün.
4-Diğer yanda frambuazlı meyve sosunuzu hazırlayın ve soğutup pudingin üzerine yayın.
5-İyice soğutup servis yapın..


Afiyet Olsun

13 Kasım 2008

HAZIR YUFKADAN KOLAY SU BÖREĞİ

Medilimin Ucuna Sakýz Baðladým Sakýz / I Tied Mastic To My Handkerchief - Muammer Ketencoðlu


Eve her akşam koşturarak gelirsin. Aslında canın sağda solda dolanmak ister ama damarlarında ılık ılık akan gezinme arzusunu biraz ağır yürüyerek atmaya çalışırsın. Yufkacıya uğranır yufka alınır. Hımm kaşar loru güzelmiş ondan da yarım kilo tartıver bana. 10 adet yumurta lütfen irilerinden olsun. Çıkıp kasaba girersin yanda börekçiden hazır mantı ve taze pişmiş nohut mayalı peksimeti unutmayalım. Akşam çayıyla nefis olur. Sonrada nedense eve girince hele de iki lokma yedikten sonra halin kalmaz canın yufka börek tepsi falan görmek istemez.

Ben tam bu havadayım işte şu son günlerde. Uykularım pek tatlı. Mevsim dönümünden sanırım. Her akşam eve yapacağım şeyleri planlayarak gidiyorum. Çorba yapalım yanına güzel bir salata sebzeli pilav birde etli sebze yemeği. Oğlanla biraz oynayalım. Yatırdıktan sonra şu yeni çıkan filmi seyredelim derken, kapıdan giriyorum. Havasından mıdır suyundan mıdır nedir o kapıdan geçince tek derdim bir an önce salondaki kanapeye kıvrılmak oluyor. , Ne yemek yemek ne yapmak ne de film izlemek. Ben uyuklarken siz isterseniz televizyonu açın, beni ellemeyin de ne yaparsanız yapın.

Neyse bu dönemim geçer gene evin içinde koşturmaya başlarım. Yemekler yaplır çaylar demlenirken börek pişer kestaneler közlenir. Aslında ben tam bir ev kuşuyum. İşimi bitirip kenara köşeme çekilip nakışımla baş başa kalıp arada film izlemek çay yudumlamak kadar keyiflisi yok bence. Bu nedenle misafir gitmektense ağırlamayı tercih ediyorum.

İtiraf ediyorum, belki bana kızacaksınız ama ben şöyle bol yağmurlu ve soğuk bir kışı özledim. Gerçi yanında kedisiyle gürül gürül yanan bir kömür sobası da olmalı üzerinde portakal kabuklarıyla birlikte. Köşesinde hafiften çay fokurdamalı. Bu klimalar güzelde ruh yok onlarda. Gerçek ateşin verdiği sıcaklığı vermiyor bana nedense.İşte bu yüzden çocukken kış gecelerinin tadı bir başka olurdu.

Yağmurlu bir öğleden sonra eski usul bir divanın üzerinde bol tüylü bir Bitlis battaniyesinin altında elinde hafif bir romanı okurken uyuya kalmalı insan. Yanında seninle birlikte keyfinden gırıldayan bir kediyle birlikte. Sıcacık olmalı oda ve yanakları pembeleşmiş uyanmalı çocuklar, koklamaya doyamamalısın. Sonra yanında çay demlenip taze bir su böreği ile akşama hafif geçiş yapmaya ne dersiniz?

Hadi buyurun sofraya hanımlar. Çay demlenmiştir artık :)





MALZEMELERİ


2 yumurta
2 su bardağı süt
2 su bardağı su
1 su bardağı sıvı yağ
7 adet yufka
½ kg tulum loru
1 demet maydonoz
Karabiber




Hazırlanması

Bu börek hem çok lezzetli hem kolay oluyor. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, tepsinizin büyüklüğü. Bu malzemeleri bir büyük dikdörtgen borcam tepsi için yeterli oluyor.


1-2 adet yumurtayı çırpın ve üzerine süt su ve yağı ilave ederek böreğinizin ara harcını hazırlayın.


2-Lor veya tercih ettiğiniz başka bir peynire ince kıyılmış maydonozu ve dilediğiniz kadar tuz ile karabiberi ilave ederek karıştırın.


3-Tepsinizi yağlayın. Bir yufkayı ikiye bölerek yarısını tepsiye serin.


4-Bir yufkayı ikiye bölün elinizle yuvarlayın ama çok sıkıştırmayın. Yarım yufkanın boyu borcam tepsiye uygun geliyor. Bu yufkayı hazırladığını sütlü tamamen batırarak diklemesine tepsiye koyun.3 yufkayı bu şekilde dizdikten sonra üzerine peynirli karışımı dökün.


5- Diğer 3 yufkayı yukarıda anlattığım şekilde tepsiye peynirin üzerine dizin. Kalan yarım yufkayı en üste serin ve kalan karışımı böreği kesmeden tepsiye dökün.


6- 1/2 -1 saat kadar bekleyin. Yufkalar karışımı iyice emsin.Ardından 150 derecelik fırında altı ve üstü iyice kızarana kadar pişirin.


Ilık ya da soğuk servis edebilirsiniz.




Afiyet olsun.

05 Kasım 2008




"..........Karanlıkta, kendi içine kıvrılıp, beni yanında yalnız
bıraktığında, onu hiç tanımadığımı kabullenmek zorunda kaldım. Seviştiğimiz
kadınların vajinalarını aralamakla vucutlarının her noktasını
görebildiğimizi ve içlerine girdiğimizde, derinlerine ulaşabildiğimizi
sanmak ne bağışlanmaz saflık............."



Elif Şafak "Bit Palas" adlı kitabından

30 Ekim 2008

KOKULAR



Onları biliriz ancak çoğunun farkında değilizdir. Girdiğimiz odadan hoşlanıp hoşlanmamaya tanıştığımız kişiyi sempatik veya itici bulmaya kadar etkiler bizi. Çoğumuz otobüslerin sıkışıklığında yanımızda dikilen adamın ter kokusundan rahatsız oluruz.

Bildiğimizi sandığımız ama aslında farkında olmadığımız o uçucu moleküller hakkında neler biliyoruz.

Bebeği anne ilk kucağına aldığında öpmeden önce içine çeker. Bıngıldağı başka gıdısı başka kokar. Huzur verir. Cennet kokar derler ama aslında anne rahminin kokusudur. Sonra bebecik gözlerini zorla açar bakar. Yirmi kişinin içinde olsa da henüz göremediğini bildiğimiz o yeni doğmuş bir damlacık şey tanır anneciğini. Yanınızda uyuyan eşinizin nefes sesiyle birlikte kokusu da rahatlatır.

Her şeyin kokusu vardır. Sinema salonlarının, kitapların, sınıfın, oturulan sıranın, yeni giysilerin yanı sıra acının ve yalnızlığın da. Hepsini sınıflandırır ve gerektiğinde kullanmak üzere beynimizin arşivine yerleştiririveririz. Bakmadan hissederiz ya odaya gireni, arkamızda duranı. Belki altıncı his denen şey kokuyla birlikte oynaşıyordur etrafımızda.

Örneğin ölümün kokusu var mıdır?


Ölümün olduğu, ölünün çıktığı evlerin farklı bir kokusu vardır. Hayır, aklınıza gelen o şeyden bahsetmiyorum. Anlatmak istediğim şey daha farklı ve daha derin. Bu ağır bir hüznün, yıkıcı bir acının ve gözyaşının kokusudur. Beklenmeyen bir ölümde veya çok sevilen birinin kaybında daha da ağırlaşır. Ölümün beklendiği evlerde, ilaç kokusunun altında hissedilir. Bu yoğun ve tatlımsı koku tene, giysilere yapışır yıkanmadan arıtamazsın. Oysa mutluluk yağmur ; huzur zeytinyağı, süt veya karamel kokuludur. Yaşlılık ise lavanta ile birlikte birazda ekşi yapıdadır.



Babaannemi kaybettiğimde, rutin işlemlerden biri olarak evini boşaltmaya gittiğimizde evin içinde dolaşmaya başladım. Eşyalar bile daha farklıydı bu defa. Yatak odasına girip de elbise dolabını açtığım zaman giysilerinden yükselen sabun ve babaannemin kendine özgü yaşlılık kokusu tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Elbiselerine sarılıp bağırarak ağladığımda annem ve yengem beni sakinleştirmeye çalıştılar. Beni anladıklarını sanmıyorum. Çünkü ölümü anlayacak ve doğal kabul edecek kadar büyüktüm. Beni asıl yaralayan onun gittiğini bilmeme rağmen sanki yanı başımda salınıyormuşcasına hissettiğim kokusuydu. O ölmüştü ama kokusu o dolapta giysilerinin üzerinde asılı kalmıştı. Hazır olmadığım buydu. Kim hazır olabilir ki kaybettiği sevdiğinin yanında dikiliyormuşcasına kokusuyla irkilmeye. Bu tıpkı giden sevgilinin eşyalarından daha önce hiç almadığınız gibi kokusunu almaya benzer. Avaz avaz bağırır koltuk, minder ve gömlek “ben ona aitim”. Oğlunuzun boş odası hala o kokuyordur. Aslında hep bildiğiniz ama farkında olmadığınız kişiliklerinin gerçek giysileri salınır durur etrafta görüntüleri yok olduğunda dahi.

Oylum Özmen
15.08.2008-İzmir

20 Ekim 2008

BİR ÇINAR DEVRİLDİ

Kuruluş döneminin en son şairini kaybettik.Başımız sağ olsun


HASRET

Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri,

Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye: Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri,

Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye

***

AGIR HASTA

Üfleme bana annecigim korkuyorum,
Dua edip edip, geceleri.
Hastayim ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi vücudumun bir yeri.
---
Niçin böyle örtmüsler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Agarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi sehir.
---
Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Agliyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavas ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.
---
Annecigim, büyüyorum ben simdi,
Büyüyor göllerde kamis.
Fakat degnekten atim nerde
Kardesim su versin ona, susamis. .
***

SULAR BİZDEN AKILLIDIR

Sular bizden akıllıdır,
Daha evvel görür akşamı,
İner havadan önce,karanlığa,
Büyük bir balık gibi ortadan silinir
Kaçışırken hayvanlar dağa.

---
Sular bizden akıllıdır,memnun olur,
Sadece ağaçlardan
Başka insanlardan değil,
Bizi yalnız bırakan.
---
Sular bizden akıllıdır,uyumaz,
Açar maviliğe, iri gözlerini.
Ve bekler bir ölüm sırrı içinde,
Dağlarca Kendi hayatının yerini.

Fazıl Hüsnü Dağlarca







15 Ekim 2008

SÜPRİZ POĞAÇA



Malzemeler

· 1 paket tereyağı (yumuşamış)
· 1 su bardağı yoğurt
· 1 paket kabartma tozu
· 1 paket vanilya
· 1 yumurta
· 2 bardak şeker
· Aldığı kadar un
· 1 çay fincanı hazır kurutulmuş meyve
· 1 çay fincanı damla çikolata
· 1 kahve kaşığı tarçın
· 1 paket vanilyalı dekor şekeri


Hazırlanması

1· Yumuşamış tereyağı ve yoğurdu homojen bir hale gelene kadar yoğurun.Yumuşamış tereyağı,şeker,vanilya ve yoğurdu homojen bir hale gelene kadar yoğurun.Yumurtayı ekleyip yoğurmaya devam edin.Karışım krema kıvamına gelince kabartma tozu ve aldığı kadar unu ekleyerek kulak memesi kıvamına geitrip hamurunuzu buzdolabında 15 dakika dinlendirin.
2· Hamuru oklava yardımı ile 1-1.5 cm kalınlığında açarak su bardağı ile kesin. Hamurunuzu hazırlamadan önce ılık suya ıslatıp 15 dakika bekledikten sonra iyice süzdürüp ve kuruttuğunuz kurutulmuş meyveleri damla çikolata ile harman edip poğacalarınıza harç yaparak hazırlayın..
3· Tarçın ve dekor şekerini karıştırın.
4· Yağlanmış fırın tepsisine dizerek hazırladığınız tarçınlı karışımı çay süzgeçi yardımıyla poğacaların üzerine serpin.
5·150 dereceye önceden ısıtılmış fırında poğacaların üzerleri hafif pembeleşinceye kadar pişirin.

Afiyet olsun

26 Eylül 2008



BAYRAMINIZ KUTLU

TATİLİNİZ DOYUMSUZ

KEYFİNİZ BAL

MUTLULUĞUNUZ ÇIĞ OLSUN

23 Eylül 2008



1. gün
Böylesi kötü bir başlangıç beklemiyordum.
Aaaaa hortumumu bile kesmişler!
Meme diye, süt diye birşey varmış.
Nerden nasıl bulunur bu ya? Hayattan daha 1. günden soğutacaklar beni.

2. gün
Meme buldum ama bundan süt gelmiyor, emiyorum allah emiyorum,
tık yok, süt başka yerde mi? Neyse biraz daha emdim geldi, fazla abanınca meme sahibi kişilik bağırdı, ne bağrıyosun açım ben!
çok yalnızım be.
Hayır bişi değil içerdeyken de yalnızdım ama yediğim önümde yemediğim arkamdaydı
en azından, bak yine aklıma geldi, hortumu bile kestiler yaa!
Uykum geldi yine. Zzzzz!

3. gün
Memeyi sevdim, bu dünyadaki tek dostlarım bu iki meme. İyi ki
varsınız.

4. gün
Bugün bir sürü olaylar oldu, gürültü yaptılar, başka biryerlere gittik galiba. Memeden ayrılınca bağrıyorum geri geliyor, sonra uyuyorum, uyanıyorum bir bakıyorum meme yok, neyse ama tekrar bağrınca geri geliyor nasılsa. Sıçmak da zevkliymiş be, eskiden yapamıyordum.

5. gün
Bugün 15 kez kaka yaptım, rekorumu geliştirmeliyim. Dikkat ettim de her yaptığımda temizliyorlar, bunu sevdim. Dikkatimi çeken bir noktada şu ki, amma koca kafalıyım be arkadaş, ağır mı ağır tutamıyorum şerefsizim, pat o yana, pat bu yana, dikkat etseler bari de çatlatmasak daha ilk günden.

6. gün
Avucuma ne verseler hemen tutuyorum, tik gibi birşey, maalesef farkettiler, herkes parmağını veriyor avucuma, mecburen tutuyorum, alemin maymunu oldum iyi mi?
Bu arada ne çok uyuyorum ya arkadaş, atamadım şu yorgunluğu,
daha çok süt içeyim en iyisi. Hayır içtikçe de yoruluyorum o da ayrı, nerde o eski günler, hortumdan geliyordu ne güzel, şimdi em allah em,
bak yine aklıma geldi, şerefsizler kesti hortumu yaa.

7. gün
Bugün solaryuma girdim, sarılık mı ne ondanmış. yine uykum geldi.

8. gün
Biraz daha iyi hissetim kendimi, daha çok süt içiyorum artık.
Kaka yapma işini de tam alt açma anına denk getiriyorum ki etraf pislensin, eziyet olsun. Naapayım ama alt açıkken daha rahat roketleyebiliyorum. Kaka yaparken başka birşey daha yapıyorum galiba, anlamaya çalışacağım bakalım.

9. gün
Çok fena hıçkırık tutuyor, geçsin diye nefesimi tutayım dedim onu da beceremedim, neyse ki süt içince geçiyor. Bu süt her derde devaymış, bugün bunu gördüm.

10. gün
Sütten başka birşeyler verdiler, var ya, yeter artık be, tam alışıyordum yine dayadılar başka birşey, hayret bişi ya, vitaminmiyiş neymiş. Bu arada memelerin arasından dün gördüğüm lavuk gündüzleri piyasada yok akşamları geliyor sadece, hadi bakalım hayırlısı.

11.gün
Al işte, başladı yine bir arıza. Sütten sonra çok feci karnım ağrıyor, böyle gaz gibi bişi, eğilip bükülüyorum, binbir şekile giriyorum çıkaracağım diye. Sırtımı falan sıvazlayın bari be kardeşim.

12. gün
Bütün gün gazdan kıvrandım arkadaş ya, bela oldu başıma, yaygarayı bastım ben de. uyutmadım, diktim bunları da hazır asker. Sonra bir saldım ki evlere şenlik, akabinde uyudum hemen gerisini hatırlamıyorum

13. gün
Annemin suratına sıçtım. Tamam utandım biraz da insan bebeği kıçından öper mi yaa. Ayıp oldu di mi? Naapıyım abi, neyse fazla kızmadı herhalde.

14. gün
Anneme kırmızı renkli birşeyler içiriyorlar, o zaman süt daha bi randımanlı oluyor sanki, böyle tadı da hoşuma gidiyor, şu memelere bir rating aleti taksalar da hangisini sevip hangisini
sevmediğimi söyleyebilsem.

15. gün
Topuktan kan alıp duruyorlar, metin olayım çok ağlamayayım diyorum ama canım yandı be arkadaş, hayır ondan sonra da hemen süt verince sakinliyorum, kızgınlığım geçiyor, ağız tadıyla asabiyet yaptırmıyorlar, şu memelere karşı biraz daha dikbaşlı durabilsem.

16. gün
Şu memeleri çok sevdiğimi bir kez daha anladım, çok seviyorum onları, onlardan ayrılınca içimi bir huzursuzluk kaplıyor, en iyisi onlardan uzaklaştığım anda yaygarayı basayım ben. Bugün
benden biraz büyük biri geldi yanıma, sevme amaçlı olsa gerek bir geçirdi başım dönüyo hala. sonradan öğrendim kuzenmiş, neyse yazdım kenara intikam alınacak.

17. gün
Etrafı daha net seçer oldum, ama el ve ayak koordinasyonu hala zayıf, memeyi kavrayabiliyorum ancak. Bir de bu eller ve ayaklar bana mı ait tam olarak emin değilim, sallıyorum öyle, zevkli birşey.yüze ve gözlere dikkat etmem lazım ama, tırnaklar tehlikeli. Diğer yandan annem bugün onları kesmeye çalıştı ama huysuzluk ettim, etmeseydim daha iyi olacaktı galiba, bak çizdik tam gözün altını yine.

18. gün
Elime torbalar taktılar, kafaya çarpınca artık acıtmıyor, yara bere de yapmıyor. Sanırım onlar da beni seviyor, iyiliğimi düşünüyorlar. aslında hala çıktığım yeri özlüyorum, geri girme
imkanım olmaz mı acaba? Gene aklıma geldi hortumumu bile kestiler ya.

19.gun
Nihayet o adamin neden eve sadece akşamlari geldigini anladim megerse bana ve anneme bakmak icin gunduz çalışıyormuş..Aferin gozume girdi şimdi bak!..

20. gün
Tabii ya, annemin karnındayken de duyuyordum o adamın sesini sık sık.ona da ilgi alaka gösterdim, bağırdığımda bazen o alıyor beni kucağına, meme vardır diye saldırdım ama vermedi. Bir ara meme açıkken kıstırdım ama emme olayından bir randıman alabilmiş değilim,
meme yüzeyi bayağı bir farklı.

12 Eylül 2008

KIZARMIŞ MUZ


Muz Sevmeyen var mıdır? Hele çocuklar bayılır. Benim de çocukken en sevdiğim meyveler arasındaydı. Muzlu dondurma, kek, süt her zaman oğlumun severek tükettiği gıdalar arasında.

Çok zorda kaldığım zamanlarda oğlumu mutlu etmek için çikolata fondü hazırlayıp muzla servis yaparım. Sadece oğlumun değil benimde başımı döndürür.

Çikolata fondüleri bir çok yerde satılıyor üstelik yapımı çok kolay. YKM den tam takım olarak çok uygun bir fiyata satın alabilirsiniz. En basit yöntem olarak şöyle hazırlayabilirsiniz. Kek süslemek için kullanılan damla çikolataların (damla çikolata bulamazsanız normal sütlü çikolata) tüketebileceğiniz kadarını fondüye yerleştirin. Üzerine bir miktar seviyorsanız şekerli vanilin (siz tüketecekseniz meyveli likör) ilave edip fondünün altındaki mumu yakın. Bu arada muzlarını dilim dilim kesip buzdolabında biraz serinletin. Çikolata erirken arada sırada karıştırın. Sonra fondünüzü sofraya alın ve ufaklıkları davet edin. Çocuklar eğlenirken siz onları seyredin. Fondü çatalları çocuklar için biraz zorlayıcı olursa ellerine normal tatlı çatalı verebilirsiniz ama muzu çatalın tutabileceği şekilde daha kalınca dilimleyin.

Gelelim asıl tarifimize kızarmış muzda doğal olarak egzotik bir tatlı. Çin ve Tayvan mutfağına ait ama yapımı bir o kadar da kolay. Şık bir şekilde servis edildiğinde alkış alırsınız.


Malzemeleri:

• 6-8 yemek kaşığı un
• 2 yemek kaşığı pudra şekeri veya toz şeker (şeker miktarını sevdiğiniz ölçüde ayarlayabilirsiniz)
• 1 iyi çırpılmış yumurta
• ½ cup süt (1 bardağa yakın)
• 1 çimdik tuz
• 4 orta boy muz-ne kadar sağlam olursa o kadar iyi.
• Kızartmak için sıvı yağ

Yapımı

1. Un, şeker, tuz ,yumurta ve sütü pürüzsüz bir hamur elde edinceye kadar çırparak hazırlayın.Bu aşamada sütü azar azar ilave etmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. Hazırladığınız hamur biraz koyuca krep kıvamında muzu kaplayacak koyulukta olmalıdır. Çok akışkan olursa meyvenin üzerinden akar gider. Hamurunuzu 40-45 dakika kadar dinlenmeye bırakın.
2. Muzlar boyuna ikiye bölün. Eğer çok irilerse enden de ikiye bölebilirsiniz.
3. Muzları hızla önce hamura ardından kızgın yağa atarak altın sarısı renge dönene kadar birkaç dakika kızartın.
4. Kızaran meyveleri hemen kağıt havlunun üzerine alarak fazla yağını aldıktan sonra servis tabağına alarak çikolata sosu ve vanilyalı dondurma ile birlikte ya da sadece toz tarçın ve vanilyalı süsleme şekeri serperek ama mutlaka ılık ikram edin.

Eğer kalorisi biraz daha az olsun isterseniz muzu ikiye bölün ve kızgın yağda kızartın.Yanında çikolata sos ile birlikte veya üzerine şeker serperek ikram edin.

Afiyet Olsun
Oylum Özmen
NOT: Hamur hazırlamak zor geliyorsa hazır satılan krep hamurlarını da kıvamını ayarlayarak kullanabilirsiniz.

29 Temmuz 2008

KAHVE ,KİTAP VE ÇİKOLATA KEYFİ

 


Oldu işte en sonunda oldu bim bam bom..Benim de hediyem geldi yaşasın bim bam bom..

Dün izinden döndüm. 3 haftalık uzun bir tatilden sonra canım sıkkın şekilde işe başlıyordumki , aa!! o da ne masamda sarı bir zarf üzerinde pul koleksiyonum için nefis pullar.

Çoook uzaklardan gelmiş, çok yorulmuş ama pek de güzelmiş. Hanife'ciğim zahmet edip Kanada'dan buraya nefis bir çikolata, harika bir süzme kahve ve vapurda gelirken hatmettiğim güzel bir kitap yollamış bana.

Arkadaşım yalnız nedir o çikolata yavrum. Ne kadar nefis bir şey öyle. Yerken ağzıma gelen nefis acı kakao tadı harika bir zevk verdi.Hatta şunu diyebilirim ki bir çikolata delisi olarak (kahveye saldıramadım çünkü burada bodum veya kahve makinası yok büyük bir şans eseri olarak) hemen paketi açıp kenarından tırtıkladım aman allahım o neydi öyle. Kimse görmeden de acilen yok ettim. Açık ofis çalışıyoruz kimseyle paylaşmak istemedim. Kesinlikle benimdi ve öyle kalmalıydı. Tabii eve varır varmaz hemen kahveyide denemesem ayıp olurdu.Kahve ve çikolata keyfi. Mmmmhhh ağızları sulandıracak bu gurme keyfi çok hoş bir yemek kitabıyla tamamlamışsın. Beni fethettin dostum seni seviyorum.

Arkadaşlar duyuruyorum bundan sonra bir kaç tane yemek geliyor "What's for Dinner ?" dan ya da türkçesiyle "akşama ne var?"
Posted by Picasa

28 Temmuz 2008

ÖZLEM




Ay ışığı dans ederken denizin üstünde çapkın dalgaların kıyısına kurdum masamı. Yalayıp geçerken tuzlu su parmaklarımı ve dikilirken tüylerim hafiften, inadına buz atıp rakıma tepsi gibi sapsarı ayın şerefine içtim.

Uzaktan geliyordu gençlerin kahkahaları. Konuşmaya gerek yoktu. Gözlerin, ay ışığı ve rakı. Gecenin şiiri ılık ve yavaş aktı içime. İyot ve yosun kokularını takıp saçıma kaşımın tuzunu yıkamadan daldım geceye.

Kokular ,renkler ve seslerin dansında şanslıydık bu gece. Huzur yoldaşımızdı. Panar panar doldu içimize yıldızlı gece.

Yaşama dokundum, tadı kaldı dilimde; kopamadım. Şimdi özgürlüğe hasret yatıp deniz ve kum kokusuyla uyanıyorum rüyalarımdan.

Alesta bekleyen bir kaptan gibi çarpıyor kalbim. Hani bazen aniden bir şeyler olacakmış gibi hissedersin de güm gümlerinden içindeki saatin bedenin sarsılır ya; işte öyle. Durmasın sarsıntı bitmesin heyecan, bu hayata duyulan özlem yaşama arzusu.

foto buradan alıntıdır

16 Haziran 2008

5 VAKİT (ALINTIDIR)

(Halime Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Vakfı, Sinema ve Psikanaliz etkinliği kapsamında Dr.Nur Engindeniz’in konuşmasıdır)


Yönetmen: Reha Erdem
Senaryo: Reha Erdem
Oyuncular: Özkan Özen, Elit İşcan, Nihan Aslı Elmas, Bülent Emin Yarar, Ali Bey
Kayalı
2006 / Türkiye / Türkçe / 100 dakika

Yatsı ezanı okundu ama şehrin ve köyün zamanı birbirinden farklı gördüğünüz gibi. Ama merak etmeyin, yatsıdan sonra başlayan konuşmam sabah ezanına kadar sürmeyecek.



Reha Erdem, “Beş Vakit”i şu sözlerle anlatıyor: “ Bu bir zaman filmi. Zamanın ritmi, filmin ritmi. Toprakla deniz, kayayla gök arasına asılı bir köyde büyümeye çalışan iki çocuğun zamanın akışında yuvarlanmalarının filmi. Orada zamanın tek sarkacı, kimi zaman gümüşi bir bıçak gibi parlayan minare ve o minarenin, güneş saatiyle dönen beş vakti...

Günde beş kez okunan ezan, insanın beş vaktini yani beş halini, korkusunu ve arzusunu, sevgisini ve kinini, inancını ve acısını, çığlığını ve hıçkırığını, tutkusunu ve nefretini mevsimler gibi, güneş gibi, ay gibi döndürüp karşısına getiriyor. Her karşılaşma yeni bir acıya, büyüme, olgunlaşma, yaşlanma acısına yol açıyor. Trajedi bu. Film bu trajediyi, bu özel mekanda, mekanın bütün saflığı ve tazeliğiyle, yüzleri ve vücutları, sözleri ve sesleri, kendi oluşturacağı sinematografik zaman içinde akıtmayı hedefliyor. İsteği bu acıya şahitlik.”

Reha Erdem’in zaman filmi olarak tanımladığı bu filmde, insan zamanının belki de en sancılı evresi olan ergenliğe tanıklık ettik. Ergenlik; kaybedilen çocukluğun yasıdır, ergenlik birey olabilmek için, var olabilmek için ebeveynlerle yaşanan savaştır, ergenlik değişimdir, dönüşümdür, ikinci bir doğumdur.

Film boyunca erken ergenliklerini yaşayan çocukların büyüme sancılarını izledik. Filmde çocukların okudukları şiir de bu sancıyı çok güzel anlatıyor:

Uyan çocuk uyan artık
Çekeceksin elbet zorluk
Kaç aydır evde kaldın
Sazdan düdük yapıp çaldın.


Anne kucağının, çocukluğun o güzel günleri artık geride kalmış, zorlu günler başlamıştır. Ayrıca ergenlik için halk arasında “uyanmaya başlamak” deyiminin kullanıldığını da belirteyim.
Ergenlikte ödipal çatışmalar alevlenir. Ödipal çatışma ya da ödipus kompleksi psikanalizin çok temel bir konusu ama kısaca bilmeyenler için belirteyim. Çocuğun karşı cinsten ebeveynine olan aşkı.

Ödipus trajedisi filmin temel yapı taşlarından olarak tüm çıplaklığı ile karşımıza çıktı. Ömer, babasını öldürmek için planlar yaptı film boyunca. Psikanaliz de bir erkeğin ölümü ile, Freud’un babasının ölümü ile doğmuştur(1896). Babasının ölümü Freud’un oto analizine ve düşlerini yorumlamasına özgül bir değer kazandırmıştır. İlk kavmin babasının öldürülmesi söylencesini hatırlayalım bir yandan da. Söylenceye göre ilk kavimin erkek çocukları toplanıp babayı öldürmüşler ve babanın kadınları ile beraber olmuşlardır. Ancak bundan sonra babanın öldürülmesi ve babanın kadınları ile olmak yasaklanmıştır. Tüm uygarlıklar boyunca süregelen ensest yasağının doğuşu, yani “yasa”nın doğuşu böyle başlar. Yasa babadır, babanın buyruğudur. Hemen filmden bir sahneyi hatırlayalım. Camide geçen sahne, vaiz diyor ki:

“Ey oğullar baba talimini dinleyin ve bilgiyi anlamak için dikkat edin

Çünkü size iyi ders veriyorum
Benim öğrettiğimi bırakmayın
Çünkü ben de babamın oğlu idim
Annemin gözünde nazik ve bir tanecik idim
Ve bana öğretti, bana dedi
Sözlerime dikkat et, dediklerime kula ey
Onlar gözlerinin önünden ayrılmasın
Onları yüreğinin içinde sakla”

Filmi Yunan mitolojisinden okuduğumuzda babasını öldürüp annesi ile evlenen Oidipus olan Ömer, İslam mitolojisinden okursak da Hz. Ömerdir. Hz. Muhammed’e başlangıçta düşman olan, onu yani babayı ve/ veya temsilcisini öldürmek için planlar yapan ve tam öldürmeye gidecekken Müslüman olan Hz. Ömer.

İslam mitolojisinden söz açmışken filmdeki çocukların ismine dikkatinizi çekmek isterim. Ömer, Davut, Yakup, İsmail, Ali. Hepsi de peygamber isimleri. Ömer’i az önce söyledim, “baba”yı öldürmeye çalışan…


Ali, yani Ömer’in sevimli, akıllı, parlak kardeşi. Muhammedin amca oğlu ve damadı, ailesinin biricik sevgilisi, birincisi Hz. Ali.

İsmail, sanırım çoğunuzun bildiği gibi babası tarafından Allah’a kurban edilmek üzereyken koç yollanan Hz. İsmail. Hatırlarsanız İsmail düştükten sonra sağ sağlim kurtulunca ona kurban kesiliyordu.

Yakup, üstün ahlaklı, samimi, sabırlı, akıllı
Davut, koyun güden, sapan atan, cesur, kahraman. Bir gün oruç tutup, ertesi gün yiyen bir peygamber. Fıstık ağacının altında hatırlayın onu, birinde fıstık yerken diğer sahnede fıstıklara yalnızca bakarken…

Ömer’in öldürmek istediği baba katı, cezalandırıcı, empatik olmayan, sınır koyucu, çocuklarına adaletli davranmayan bir babayken, bir yandan da babanın şefkatli, öğretici, verici yanlarını görürüz. Ödipal baba tanım olarak kısıtlayan, cezalandıran, yasaklayandır. Saldığı korkuyla onunla rekabet içindeki erkek çocuğun ensest ve öldürme arzularından vazgeçmesini sağlar.

Oysa baba çocuk ilişkisi ödipus döneminden önce de vardır. Çocuğun babaya öykünmesi, tüm tavır ve davranışlarında onun gibi yapmaya çalışması hem çocuğun onunla özdeşleşmesinin bir göstergesidir, hem de baba için bir gurur kaynağıdır. Bu durumun örneklerini baba ve Ali arasındaki sahnelerde görürüz. Ömer’in ezan okuma sahnesi de bu özdeşimin kurulduğunun kanıtıdır adeta. Öldürülmek istenen ama bir yandan da onun gibi olunan baba. Yaşlı ninenin erkeklerle ilgili söylediklerini de hatırlayalım: “Bunun bubası da böyleydi, bubasının bubası da. Oğlancıkken iyi olurlar, büyüdükçe babalarına çekerler”.

Öğretmene aşık Yakup ise babasının öğretmene olan ilgisini görünce Ömer’in saflarına katılır. Yakup’un babası ve amcası arasındaki ilişki adeta Ömer ve Ali arasındaki ilişki gibidir. Baba iki çocuk arasındaki rekabeti kışkırtıcıdır.

Ödipal çatışmanın kızlar cephesinde ise Yıldız’ı görürüz. Babasına aşık Yıldız. Babası ile tarlada dolaştıkları, hele de dizine yattığı sahnede adeta iki sevgili gibidirler. Anne ve babasının cinselliklerine tanık olduğu sahnede ise hayal kırıklığının gözyaşları vardır.
Yıldız’ın kardeşini düşürdüğü sahne ödipal çatışmanın ebeveyn yanına ayna tutan bir sahne. Anne “oğlum”, baba “kızım” diye koşar.

Yıldız için iki özdeşim modeli vardır, annesi ve öğretmen. Öğretmen ona kitap verir, Çalıkuşu. Giderken iğde ağacının, öğretmenin saçlarıdır Erdem’e göre , yapraklarına yüzünü sürer.
Filmdeki bir diğer baba-ata da Atatürk. Biliyorsunuz her sabah ataya-babaya verilen sözlerle başlar güne çocuklar. Çocuklar Andımızı söylerken, küçüklerimizi korumak, büyüklerimizi saymak diye, çobanın dövülüşüne tanıklık ederiz. Çobanın babasının olmadığı bir ortamda ona babalık eden biri tarafından.

Baba karakterinde olduğu gibi film boyunca karakterlerin hem iyi hem de kötü yanlarına tanıklık ederiz. Babasının hastalığının artması için camı açmaya giderken kardeşinin üstünü örter Ömer. Babasını nasıl öldüreceğini konuşurken ufacık kuşun öldürülmesine hayıflanır.
Filmin ana temalarından bir diğeri de kardeş kıskançlığı.

Temel söylencelerden biri ilk kavimde babanın öldürülmesi ise bir diğeri de iki kardeşin, Kabil ile Habil’in söylencesidir. Kabil’in Habil’i kıskançlık yüzünden öldürdüğü söylence.
Kardeş rekabetinin, kardeş kıskançlığının ve bu rekabetin ve kıskançlık ateşinin ebeveynler tarafından nasıl körüklendiğinin birçok örneğini görürüz film boyunca... Özellikle Yıldız ve Yakup’un babalarının, babaları tarafından azarlandıkları sahneler…

Ama aynı zamanda kardeşlere yönelik olumlu duygular, koruyuculuk da vardır. Adem ile Havva’nın çocukları arasında hem aşk, hem de kıskançlık ve nefret vardı. Bir deyiş vardır, kardeş kardeşin ne olduğunu ne öldüğünü ister. Film boyunca da çocukların kardeşlerine yönelik ambivalanslarına tanık oluruz.

Kardeşlikle ilgili bir diğer konu da ,bir kardeşin varlığı aynı zamanda anne-baba arasındaki cinsel ilişkinin de kanıtıdır. Ergenliğin temel özelliklerinden biri olan cinsel uğraşlar zaman zaman hayvanlar üzerinden, zaman zaman da anne-babanın cinselliğine tanıklık olarak karşımıza çıkar.

Ergenlik döneminin en temel özelliklerinden biri de arkadaşlık ilişkileridir. Kardeşliğe öykünen kan kardeşliği, sütkardeşliği, ahiret kardeşliği, yol kardeşliği gibi kardeşlik eşdeğeri ilişki biçimlerini hatırlayalım. Bütün bu kardeşlik öykünmelerinin ortak özelliği dayanışma, yardımlaşma, paylaşma gibi özelliklerin altını çizmesidir. Ergenlikte arkadaşlık, içsel gerginliği azaltıcı, gelişim süreçlerini kolaylaştırıcı bir işlev görür. Pregenital ve genital sorunların etkisinde, ensest çatışmaları nedeniyle aşırı suçlanan, ayrımlaşmak için ebeveynlerini şiddetle eleştirmek zorunda kalan ergen, arkadaşları ile, sorunlarını aile dışı bir ortamda işleme olanağı bulur. Ömer ve Yakup’un birbirlerine rüyalarını anlattıkları sahneyi hatırlayalım.
Birbirlerini kan kardeşi ilan eden çocuklar bir anlamda ödipal karmaşanın yarattığı sıkıntıya yanıt bulmaya çalışmaktadırlar. Kardeşlerini anne-babaları değil kendi kanlarıyla yapmaktadırlar. Öte yandan beden sıvılarının birbirine karıştırılmasının cinsel ilişki sırasında beden sıvılarının karışımını çağrıştırdığı açıktır.

Ergenlik döneminin bir diğer özelliği de kimlik arayışıdır. Yıldızın öğrenci önlüğünü çıkarıp küçük anneliğe soyunduğu sahneleri hatırlayalım. Arada kalmış bir genç. Çocukluk ve kadınlık arasında.

Yakup ve Ömer’in sigara içme sahneleri. Hem isyanın hem de adeta erkek olmanın sahneleri.

Ölüm ve doğum, yaşamın ve varolmanın vazgeçilmez iki kavramı tüm film boyunca eşlik eder bize.

Gece ile başlayan film, suçluluk duyguları içinde ağlayan Ömer’in sabahtaki görüntüsünde son bulur. Umudun sabahıyla…
A.NUR ENGİNDENİZ

09 Haziran 2008

GEZELİM TADALIM GÖRELİM

Bu hafta sonunda Burhaniye ve Ayvalık civarındaydık. Asıl amacımız Burhaniye sahilinde veya Ören’de bir ev tutmaktı. Ancak, maalesef gönlüme göre bir ev bulmam mümkün olamadı. Tek beğendiğim evin nefis bir taraçası olmasına rağmen balkon kenarları çok alçak olduğundan kabus görmektense uyanık yatmak evladır deyip bu işten vazgeçtim. Ancak hayallerim henüz bitmedi. Umut dünyası işte.


Yonca pansiyondaki odamızdan manzara

Bu koşuşturma arasında ise biraz gezindik. Cunda’da patrica plajlarını ve ayışığı manastırını ziyaret ettik. İsmi çok romantik olduğundan kısada olsa mutlaka görmem gerekiyordu.Şöyle bir bakıp geri döndüm. Ayrıntılarıyla ilgilenemedim.Etüd çalışmasını daha sonra en kısa zamanda yapacağım.

Ayna ve bekçisi

Cumartesi akşamı Ayvalık ve Cunda adasında turladık. Yemek yemek için eşimin daha önce gidip denediği ve ballandıra ballandıra anlattığı Ayna Restaurantı tercih ettik. Restaurant dediğime bakmayın aslında kendilerini kartvizitte “Ayna yeme içme oturma yeri” olarak tarif etmişler ve çok da iyi etmişler aslında. Burası Nihal ve Ezgi hanımların birlikte işlettikleri bir mekan. Yemekler Nihal hanım’ın tatlılar ise Ezgi Hanımın marifetli parmaklarından çıkma olup burası aslında bir aile (anne-kız) işletmesi Belki sıcaklığı da oradan kaynaklanıyordur.



Butik şekilde döşenmiş bu sevimli mekan da çok şık döşenmiş masa ve koltuklar bizi karşıladı. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bu lokantada servisimize bakan Ezgi hanımdan seçtikleri müziklere kadar her şey beni çok rahatlattı. Bize çok huzurlu bir akşam yaşatmalarının yanı sıra hazırlayıp ikram ettikleri yemeklerle hem karnımızı hem gözümüzü doyurdular.



Başlangıç olarak kaşarlı domates çorbası tercih ettik. Çorbalarımızdan önce hafifçe kızartılmış köy ekmeği ile birlikte nar ekşili sızma zeytinyağı ikramı nefisti. Benim gibi hem egeli hemde zeytinci kökenleri olunca insanın zeytinyağına hayır demesi çok zor oluyor doğrusu.




Oğluma getirilen limonata harikaydı. Kontrolden geçirilip Ok işareti verilmiştir küçük bey tarafından . Şekeri az, nane ve limon kokulu bu içeceği mutlaka tavsiye ederim. Hatta bu fotoğraf oğlumun marifeti olup en ufak bir değişiklik yapılmadan gönderilmektedir.




Ben yemek olarak cevizli tereyağlı ev eriştesini tercih ederken eşimde fener ve akya balıklarından yapılmış Balık Sahanaki yi tercih etti. Yemeklerin her ikisinide tattım ve nefistiler.
Ana öğün yanına balzamik sirkeli keçi peynirli salata da çok iyi gitti doğrusu.


keçi peynirli ve balzamik sirkeli Ege salatası



Akya ve fener balığından mükellef bir yemek Balık Sahanaki


Tatlı olarak aldığımız sakızlı muhallebi ve şeftalili cheesecake ise inanılmaz lezzetliydi. Ben her ne kadar cheesecake tercih etmiş olsamda tadına baktığım dondurma eşliğinde ikram edilen sakızlı muhallebide çok lezzetliydi. İkinci gidişte tekrar tadına bakılmak üzere bir yere not edildi.


şeftalili cheese cake
sakızlı muhallebi

Özellikle yemeğimizin üzerine içtiğimiz ev yapımı mürver agacı çiçeğinden yapılmış olan likör ise uffff. Nasıl desem bundan sonra Ayna’ya sadece mürver çiçeği likörü içmek için bile uğrayabilirim. Kokusu ve tadı muhteşemdi. Mutlaka gidin. Pişman olmayacaksınız. Benden beş yıldız bu mekana.
Son olarak da her ne kadar resimlemeyi becerememişde olsam aslında bu jelatin içinde görümüş olduğunuz şey porselen bir buzdolabı süsü olmayıp yemeye kıyamayacağınız kadar güzel görünen bir bisküvidir efendim.

Oylum Özmen

21 Mayıs 2008

İSİMSİZ BİR HİKAYE(alıntıdır)

Sevgili Leyla'dan yayımlanmasını istediği kısa bir yazı daha.




Gözlerimi açtığımda, geniş pencerenin, uçları dantelli keten perdesinin arasından sızan güneş odayı aydınlatmaya başlamıştı, çok erken uyandığımı biliyordum onca yaşananın ardından çok erken. Doğruldum, her bir düğümünde göz yaşı saklı kilimin üzerine basarak gidip pencereyi açtım, deniz tuzu kokan rüzgarı içme çektim. Bu, her duvarı beyaza boyalı odada her şey pek bir sakindi. Bir zamanlar burun kıvırdığım, sakin bir sahil kasabasındaki bu taş evin, bu odasında bu kadar dingin uyanacağım aklıma gelmemişti. Kapının arkasında valizlerimi gördüm, demek daha boşaltmaya vaktim olmamış. Tanrım kaç gündür uyuyorum ben? Dışarıda neler oluyor bakmalıyım.




Gençliğimin, bana çok kısa gelen birkaç yılını geçirdiğim bu kasabada pek çok şey değişmiş. Şimdilik sadece bir yabancı olduğum bu yerdeki meraklı gözlere aldırmadan yürüyorum sokaklarda. Akşama kadar yürümek istiyorum sıcağa aldırmadan. Tekrar ezberlemeliyim bütün sokakları zira bu kez uzun kalacağım belli. Merakını yenemeyen bir teyze soruyor bana yavrum kimlerdensin? Kaçaklardanım teyze kaçaklardan. Bildin mi? Bilemezsin. Çok şeyden kaçıp geldim çünkü, herkesten, her şeyden, işimden, ailemden, var olduklarını sandığım arkadaşlarımdan, dost sandıklarımdan, yaşadığımı sandığım aşklardan, aşklaşmalardan, yaralardan, berelerden, incinmelerden her şeyden. Son umudum burası, bir şeylerin varlığına inanmam için son umudum.




Balıkçı teknelerinin motor sesleriyle irkiliyorum, nasılda dalmışım bu küçük tepeden muhteşem görünen gün batımına. Taze balık kokuları içinde eve dönüyorum. Bir poşet balık elimde. Tek başına verilen bir ziyafetten sonra artık eşyalarımı yerleştirmeliyim. Siyah kalın hırkamı da almışım, iyi. Geceleri serin oluyordu diye hatırlıyordum doğruymuş. Bütün giysilerimi almışım. Boyalarımı fırçalarımı da. Olması gereken ne varsa hepsi burada, sessizliğim, yalnızlığım onlarda tamam. Yerleştik.




Bu sabah güzel bir kahveden sonra artık arka bahçemde ki küçük toprak parçasıyla ilgilenme vakti geldi. Toprağı çapalayarak havalandırmak ve biraz su yetti güllerimi bağrına basması için. En kırmızılarından diktim, en solmazlarından. Dikenleri yaşadıklarım kadar acıtmadı canımı. Parmaklarımdaki çizikler önemli mi kalbimde daha derinleri varken. Havada yine o deniz tuzu kokusu, biraz daha dikkat kesilsem duyabilirim dalgaların seslerini.




Sokakları keşfetmeye devam ediyorum yeniden. Eski bir han vardı hatırımda kalan acaba hala yerinde midir, merak ediyorum. Beni buraya çeken neydi tam olarak hatırlayamıyorum. Birilerine sarılacakmış gibi koştum buraya, birilerine sığınacakmış gibi koştum çünkü. Sokaklarını gezerken bir çift çocuk gözü takılıyor gözüme hayli tanıdık. Hatırlayamıyorum bana neyi hatırlattığını. Burnumda hep deniz kokusu. Bu akşam evin terasından izlemek istedim gün batımını, dağlara sırtım dönük. Kasabaya biraz kuşbakışı.Bu kadar yüksek miydi burası? Yine tüm gölgeler teslim oldu karanlığa. Günlerdir, gecelerdir; Kimseden haber almadım. Vermedim kimseye haber. Arayamazlar çünkü bulamazlar. Çünkü bilemezler burada olduğumu. Onun için geldim. Yaralarım o kadar yeni ki. Bir o kadar da derin. Ama iyileştirecek bu kasaba hepsini, inanıyorum, inanmak istiyorum. Bana inanılmaz bir huzur ve anlaşılmaz bir heyecan veren o çocuk gözlerini bulmak için çıkacağım sokaklara bu sefer, görürsem durmasını söyleyeceğim, durmazsa peşinden koşacağım. Nasılsa hep koştum bunca zaman. Uyumayacağım bu gece. Ay ışığı misafir odamda.




Her gün geçtiğim sokaklardan geçiyorum tekrar, bu deniz meltemiyle uğuldayan, tuz kokan sokaklardan. İşte ! Yine o çocuk. hey bekle, dur. Koşuyorum peşinden, uzun uzun koşuyorum. Deniz fenerine gidiyor. Tanrım sanki bir şeyler hatırlıyorum. İşte deniz fenerindeyim, nerede bulamıyorum. İçimi kaplayan bu buruklukla karışık huzura anlam veremiyorum. Oturuyorum deniz fenerinin dibine sırtım ıslak duvarına dayalı. Sanki ilk oturuşum değil bu evet hatırlıyorum! Buradan gideceğim günlerdi. Her gün aynı köşe başında karşılaştıktan çok uzun zaman sonra o fenerin dibinde birlikte günbatımını seyretme cesareti bulduğum o gözleri arıyordum aslında. Başım omzunun sıcaklığında. O omuz bana acılarımı unutturabilir miydi?



Yaralarımı sarabilir miydi? Bana acılar, hüzünler yaşatanlardan hesap sorabilir miydi, beraber sorabilir miydik? Hala bu kasaba da mıydı? Bütün ömrüm boyunca aradığım aslında o muydu?.




Artık her sokağa çıkışımda fenere uğramadan eve dönmüyordum, kim bilir belki oda buralardaydı belki oda bir çift göz hatırlıyordu o zamanlardan kalan. Belki oda arıyordu? Belki uğruyordu oda bu fenere? Belki de unutmuştu? Son umudum o muydu?




Eve vardığımda beni karşılayan güllerimin kokusuydu. Mutluydum orda olmalarından. Yorulduğum zaman burada alıyordum soluğu. Bir gün yine yerlerine yenilerini dikerken; Sıcacık bir ses duydum bahçe kapısının önünde. Hoş geldin! Döndüm, işte ordaydı birkaç adım ötemde. Gözlerimden yılların yaşları boşaldı. Hoş bulduk dedim. Hoş bulduk! Oturduk bahçede yan yana. Her şeyi anlattım ona, herkesi. Ne kadar üzgün olduğumu, ne kadar acı çektiğimi, nasıl incindiğimi, incittiklerini, gerçek sandıklarımı, yalan olanları, sırtımdaki hançerlerini, zehir dillerini. Her şeyi. Sadece sarıldı bana. Sıkı sıkı sarıldı. Öylesine huzurluydum ki. Hiç konuşmadı. Kelimeler anlamsızdı zaten artık sadece gözler vardı.




Leyla…
26.08.2007
15:20

12 Mayıs 2008

AY IŞIĞINDA



Diskonun gürültüsünün boğuklaştığı yerde olan tuvalete giriyorum. Tuvalet iğrenç bir halde. Duvarda yeşil küf lekelerinin arasında grafitiler seçiliyor. Boyaları sıyrılmış duvarların ve yerlerde pislikten geçilmiyor. Kadınlarda var içeride erkeklerde. Tipik modernizm ya da sıradan boş vermişlik. Biri tuvaletin üzerinde oturuyor yüzü sapsarı ağzı açık tavana doğru bakıyor gözleri kaymış. Uluyan bir köpek gibi görünüyor sivri burnu ve ağzında salyalarıyla. Bir şeyler söylüyor ama duyulmuyor. Yanına gidiyorum. Anlayamıyorum ne dediğini kulağımı biraz daha ağzına doğru yaklaştırıyorum nefes verir gibi fısıltısını duyuyorum

_kaçın -ne?
-hepiniz gidin…
-…
-…hemen kaçın
-hepsi…ahhhh
- ..hepsi ne?
-…değil,…insan…
-anlamıyorum
-insan değil ..uprler ..kaçın..
-çok çektin galiba -dinle lütf..kaç..mez…an

Yukarı çıkıyorum.Ruhuma işleyen bir müzik çalıyor tempoyu yakalayıp dans etmeye başlıyorum.Biraz önceki konuşmanın da etkisiyle kalbim daha hızlı atıyor kulaklarımda hissediyorum vuruşlarını güm güm güm..

Onu görüyorum. Çok yakışıklı. Benim dans ettiğim adam gibi değil. Farklı bir ifade var yüzünde. Gözleri ah o gözleri. Ne kadar güzel..Bakışıyoruz sırıtıyor beni görünce öyle seksi bir gülümsemesi var ki..Farkında olmadan ona doğru gidiyor ve gözlerinin içine bakıyorum..

-Daha önce bu kadar güzel gözlü bir erkekle tanışmamıştım.

Gülümsemesi daha da yayılıyor yüzüne;

-Hala daha geçerli bu sanırım..
-Nasıl ?
-Henüz tanışmadık
-Ha ha ha ha evet haklısın tanışmadık.
_Dans ediyoruz.
-Buraya bu şehre ilk defa geliyorum öğrenciyim. Aslında İzmirli’yim. Güzelyalı’dan.
-Ben de İzmir’denim. Ama uzun zamandır gidemedim. Seyahat etmek pek kolay değil benim için.

O kadar hoş ki dayanamıyorum öpüyorum onu. Erkeksi kokusunu içime çekiyorum. Farklı anlayamadığım bir güzelliği, ilkel bir çekiciliği var. Belime daha sıkıca sarılıyor. Eski dans arkadaşım arkamda beliriyor aniden. Yeni dostumun gözlerinin içine bakarak

-önce ben buldum ,o benim
-kendi geldi. Ben çağırmadım.
-Sıranı bekle..

Araya karışma gereği duyuyorum. Beyler bir dakika durun dememe kalmadan çelik gibi bir kol beni yakalayıp duvara yapıştırıyor. Onun bu kadar kuvvetli olduğunu tahmin edememiştim. Dişlerinin üzerinde dudakları geriliyor ateş gibi nefesiyle bana eğilerek

- en eski terbiye kuralıdır bayan geceye kiminle katıldıysan onunla bitirirsin.

Konuşamıyorum. Beklemediğim bir tepki aldım. Bu kadar korkacağımı tahmin etmemiştim. Tıpkı bir çakala benziyor. Yakışıklı dostum ise başıyla selam verip arkasını dönüp gidiyor. Hayal kırıklığına uğradım. Evet, kapışmalarını istemiyordum ama en azından iki çift laf etseydi daha iyi olurdu. Arkasından bakıyorum beynimin bir köşesinde tehlike sirenleri ötüp duruyor. Anlam veremediğim tanımadığım bir duygum ayaklandı. "Kaç git, uzaklaş, durma" diyor bir yandan ilkel yanım, modern olan yanım ise "saçmalama, komik olma" diyor ama pek cılız sesi. Kendide pek inanamamış gibi söylediğine.

-Müzik daha da hızlandı. Ama, canım artık dans etmek istemiyor. Bara yaklaşıyorum. Arkamdan bir el uzanıyor ve gergin bir sesle çok kesin olarak;

-fazla uzaklaşma daha işimiz var

diyor çakal sırıtarak. Kanım donuyor sanki damarlarımda, sırtımda buz gibi bir el geziniyormuşcasına titriyorum.

Cevap veremiyorum ama başımla tamam diyorum. Bir kadeh şarap istiyorum. Elimin içinde dönüp duruyor kadeh. Birden burası bana çok iç karartıcı sıkıcı geldi dışarı çıkmalıyım. Temiz havaya ihtiyacım var. Burası normal bir yer değil. Acayip bir kokusu var. Tüm hislerim altıncısıyla birlikte diken üstünde. Barın üzerinde duran elimi çekiyorum. Temasından hoşlanmadım. Yapış yapış bir hava var içeride. Kulaklarım zonkluyor neredeyse kafesteki vahşi bir hayvan gibi nefes alıyorum. Tuvaletteki adam aklıma geliyor ve daha da canım sıkılıyor. Kapıyı arıyorum gözlerimle ve yanı başımda aniden onu görüyorum. O güzel yakışıklı flörtümü. Arkasını dönüp gittiği gibi sessizce beliriverdi yanımda. Daha çok atmaya başladı kalbim. O kadar çok adrenalin akıyor ki bedenime, görür görmez bütün tüylerim diken diken sıçrıyorum olduğum yerde ürkek bir ceylan gibi. Şimdi gözüme daha farklı görünüyor. Korkutuyor o da beni. Çakala benzemiyor daha çok bir kaplan gibi . Yırtıcı oda. Yalnız kalmak istemeyeceğiniz karşılaşmayı asla tercih etmeyeceğiniz bir yırtıcı. Çakaldan daha güçlü daha tehlikeli ve daha zeki. Panik ve korku hissinin nereden geldiğini anlamaya çalışıyorum muhtemelen tuvaletteki keşten. Ne aldı bilmiyorum ama kötü durumdaydı ambulans çağırsam mı diye düşünürken cep telefonumu otelde unuttuğu hatırlıyorum. Kahretsin, her zamanki ters şansım. İhtiyacım olduğunda elimin altında bir şey bulamam.

Yakışıklı dostum kulağıma eğilerek;

_Bana kalırsa hemen çıkmalısın buradan vakit epey ilerledi, benimle gel.

Bilemiyorum.
Titriyorum.
Kararsızım.

Ormanın içinde kaybolup da kaplana güvenmek gibi bir şey bu. Sırtını dönmeye cesaret edemediğim; güzelliğinden kendimi alamadığım bu adamla gitmeli miyim. Çakal sevgilim ortalarda görünmüyor ama her ne kadar da itici olsa dahi onunla baş edebilecekmişim gibi geliyor şimdi bana. Oysa bu daha tehlikeli daha çekici. Duygularım ondan ölesiye korkmakla hayran olmak arasında gidip geliyor. Elimi yakalıyor

- Hadi yürü artık oyalanmaya vakit yok.

"Neden oyalanmaya vaktim yok? Geç olmasının ne gibi bir sakıncası var? Neden gitmek zorundayım? Burası neresi? Sen kimsin?" Sorular kafamda bombardıman gibi yağmakta ama hiçbirini sormaya cesaret edemiyorum. Bir robot gibi izliyorum. Barın arkasındaki mahzene giriyoruz. Dar koridorda ilerleyip zincirli kapıyı buluyoruz. Yolun sonuna geldik. Ama dostum kalın zincirleri kağıttan yapılmış gibi koparıyor ince uzun zarif parmaklarıyla.
Avaz avaz bağırıyor ilkel ben artık göz ardı etmeme imkan yok
" dikkkaaaatttttt ,dikkaaaatttttt,tehlikeeeeee….."

-Piyano çalarken parmaklarımı incitmekten çok korkardım, eskidendi o.

Birden tuvaletteki keşin ne dediğini anlıyorum “-…insan değiller kaçın. Hepsi vampir”.. Arkamı dönüp kaçmam gerektiğini biliyorum. Ama ayaklarım sanki birer buz parçası kıpırdayamıyorum. Korkudan ölmek üzereyim. Aniden salondan çığlıklar ve kahkahalar yükselmeye başladı. Evet gerçekten korkudan ölmek üzereyim. Bayılmamalıyım, bayılma diye düşünüyorum. Ne yapabileceğimi bulmaya çalışırken bilgisayar gibi yanıtlıyorum kendi sorularımı. Burada yalnız olduğum yaratığın bir zamanlar muhtemelen müslüman olduğu için haçdan etkilenmeyeceğini düşünürken öte yandan bu akşam yemekte sarımsaklı linguiniyi red ettiğim aklıma geliyor. Yine ters şansıma lanet okuyorum. Etrafta tahta parçası yok. Üstelik kullanacak durumda da değilim derin dondurucudan çıkmış tavuk gibi kaskatıyım.

Aniden vampir bana dönüyor ve gözlerinin parladığını fark ediyorum karanlıkta. Başım dönüyor artık.

-ahh, yapma şimdi sırası değil dışarı çıkman lazım. Burası en sevdiğimiz beslenme yerlerinden biridir. Kısaca mezbaha deriz..
-Bunu şaka sanmıştım. Yani mezbaha ya gidelim mi diye sorduğunda.
-Şaka değildi. En azından senin açından. Şimdi seni çıkartacağım. Bir an önce buradan uzaklaşmanı tavsiye ederim.Güneş doğana kadar kendine bir sığınak bul. Şanslısın efendi şu sıralar burada değil dinlenmeye çekildi. Doğuluları yemeyi çok sever. Benim de karnım tok bu gece. Korkmana gerek yok şimdilik. Tatlı almayacağım bu akşam


Kendi yaptığı espriden çok hoşlandığı belli muzurca kıkırdıyor. Gülmesi yüreğimi durduruyor korkudan. Kardeşlerimi ve annemi düşünüyorum. Buraya gelmeme ne kadar kızdıklarını işten ayrılmamı onaylamadıklarını düşünüyorum. “Keşke sağduyunun sesini dinleseydim. Maceranın ağa babasını bulup pişti oldun işte hatun. Keşke sigarayı bırakmasaydım ve keşke Hakan’la evlenseydim.Hiç olmazsa bir vampirin yanında nereye gittiğimi bilmeden kaçacağıma sıkıcı bir evde ama sağlıklı ve sakin bir hayat sürüyor olurdum” diye düşünüyorum.Bu düşünceler beni rahatlatıp gevşememi sağlıyor sanki saatler geçti aradan oysa saniyeler sürmedi …

Dışarı çıkıyoruz. Elimden tutuyor ve koşmaya başlıyoruz. Ay gökyüzünde asılı bir fener gibi yolumuz aydınlatıyor. Işığı tüm sokakları, kaldırım taşlarını ve tabelaları boyamış. Gündüz ışıl ışıl rengarenk olan bu yer şimdi bir mezar kadar sessiz. Bazen yan yana bazen de ben vampirin sırtında kaçmaya devam ediyoruz.

Peşimizdeler ve epey kalabalıklar ayak seslerini duymuyorum ama ensemde hissediyorum varlıklarını. Vücudum ateş gibi tüm giysilerim terden üzerime yapıştı. Bacaklarım, kalbim çığlık atmaya başladılar bile yorgunluktan. Eğer durursam, eğer durursam bir daha asla koşamam. Devam etmeliyim. Kaçmalı kurtulmalıyım. Dinleme kendini. Yorgunluğuna aldırma sadece koş. Koş tüm gücünle. Yoksa bitecek. Ahh tanrım böylesini hiç düşünememiştim. Ben bile. Üstelik geleli iki gün oldu. Daha çok erken.

Sonunda yakalanıyoruz. Beni önemsemiyorlar bile aralarında tartışıyorlar. Kendilerince bir hiyerarşileri var. Dışarıdan bakan sıradan biri genç kız ve erkeklerin biraz sertçe tartıştığını düşünür.

Tanrım korkudan ölmek üzereyim ve onlar da bu korkunun gayet farkındalar. Korkmaktan başka şey düşünemiyorum ki…Buram buram korku kokuyor olmalıyım. Sanki film izler gibi izliyorum onları kaçmanın faydasız olduğunun farkındayım.İnanılmayacak kadar hızlılar ve oldukça da sakinler.Üstelik sabaha çok var daha.
Vampir dostum bana dönerek

-üzgünüm, yapmak zorundayım.
-YOOO!!!

yanıma yaklaşıp kolumu çeviriyor ister istemez arkaya eğiliyorum. Kan koktuğunu fark ediyorum. Midem bulanıyor. Ağzındaki sapsarı dişleri ve parlayan gözleri ile bana bakıyorve hırlıyor. Pes ediyorum teslim oluyorum. Bitti artık. Yapacak bir şey kaçacak delik yok.

_Evet haklısın deliklere sıçanlar kaçar zaten. Sıçana benzer bir halin yok oysa. Bir saat önce fena görünmüyordun ama şimdi daha lezzetli kokuyorsun sanırım tatlıyı alacağım

Konuşamıyorum. Sadece duyduğum takırtının dişlerimden geldiğini farkediyorum. Üzerime eğilerek

-Korkma ,sonra görüşeceğiz diyor.

Önce kedi gibi koklayıp ardından köpek dişlerini boğazıma saplıyor. Acıdan ağzımdan fırlayan sesim boğuluyor zafer ulumalarının arasında. İştahla duyduğum yutkunma sesinin arasında Eiffel’in silüetinin arkasından aya doğru bakıyorum “ne kadar da sarı bu akşam” diye düşünürken yavaş yavaş her şey siliniyor ve karanlık boşluğa yuvarlanıyorum.

OYLUM ÖZMEN 09.05.2008

09 Mayıs 2008

ANNELER GÜNÜ


Yaşamı var eden tüm dostlarım, anneler gününüz kutlu olsun.Bir sene önceki dileklerimi aynen tekrarlıyorum.
***********************************************************
DİLERİM Kİ; DÜNYA ÜZERİNDEKİ TÜM ANNELER AÇLIK, SAVAŞ, HASTALIK KORKUSU OLMADAN YAVRUSU İLE BUGÜNÜ DOYASIYA YAŞARLAR.
***
DİLERİM Kİ ; DÜNYA ÜZERİNDEKİ TÜM ANNELER YAVRULARINA DOYASIYA KORKUSUZ SARILABİLİRLER.
***
DİLERİM Kİ ; HİÇ BİR ANNE EVLAT ACISI YAŞAMASIN .
***
BU GÜNDE NE ANNELER NE DE ÇOCUKLAR AĞLAMASIN.
***
ARTIK ANNELER DE ÇOCUKLAR DA ÖLDÜRÜLMESİN.
***
DÜNYADA YAŞAYAN HERKESİN BİR ZAMANLAR BEBEK OLDUĞUNU VE ONU CANI KADAR ÇOK SEVEN BİR ANNESİ OLDUĞUNU HERKES HATIRLASIN
Sevgilerimle
Oylum Özmen

25 Nisan 2008

OLMALI


Öyle çok uykum var ki. Bazen bu dünyaya uyumaya geldiğimi sanıyorum. Tembellik insana bu kadar haz verir mi? Bütün gün boş boş gezinsem. Hiç çalışmasam ama para derdim de olmasa, canımın istediklerini alabilsem. Yok, öyle lüks bir hayat istemiyorum. Olursa hayır demem elbette ama ben canım istediği zaman uyumak, iş yapmamak, keyif çayları içmek, sadece canım istiyor diye fincanda pişen kahve içmeye kemeraltına inmek, kestane pazarında turlamak Güneş’in altına uzanıp doyasıya kitap okumak istiyorum. Eh bunlar olurken canımın istediğini alabilecek ,fazla strese girmeden alışveriş yapacak param da olsa güzel olur.

Cüzdanım olmalı sihirli; hep 100 lük banknot olmalı içinde. Ne kadar alırsam alayım, hep o yüzlük orda standart durmalı. Tabii günün para değerine göre. Ya da yukardan bir torba dolusu karşılığı olan 1.000.000 çek yürürken kafama düşmeli.

Yolda bazen hayal kuruyorum. Kurduğum uçuk hayallerden bazen kendim de ürküyorum. Hop kızım kendine gel uçtun artık diye uyarmak zorunda kalıyorum fani benliğimi. Zaten kendi kendime yola gelmezsem hayale en kaptırdığım anda son sürat ilerlerken kendimi popo üstü yerde buluyorum. Karizmamın çizildiğine mi yanarsın çoraplarının yırtıldığına mı yoksa. Hayır, hayalimin gerçekleşmeyecegini bende biliyorum, ama kardeşim sen neden karışıyorsun. Allasen hepimiz aklı yerinde, başı önde hanım hanımcık yürümek zorunda mıyız? Bu zavallı kulunda bazen parmak uçları yere değmeden gezinmek istiyor. Zaten çoğumuzun hayal kurmaya bile vakti yokken çok görme kulundan bu kadar zevki. Hor görme garibi yarabbim.

Uykuya geleyim. İnsan uyumaktan büyük keyif alıp nasıl uyabileceğinin yada uyuma ortamlarının hayalini kurabilir mi? Var mı böyle bir olay bildiğiniz? Üstelik uyuyamadığım zaman huysuz ve çekilmez de oluyorum. Şimdi şöyle serin bir duş almalı öğlen yemeğinden sonra. Dolaptan büyükçe bir kaseye papaz erikleri doldurup serin serin temiz bir gecelik giyip çarşafları yeni değişmiş yatağıma uzanmalıyım. Açık pencereden üzerime doğru ılık bir rüzgar esmeli hafiften. Erikleri tuzlamayalım lütfen. Tuzlarsak susarız ve su içmek için yataktan kalkmak zorunda kalırız. Su içersek uyanıp tuvalete gitmek zorunda kalırız. Bu da gördüğümüz birbirinden ilginç rüyaların bozulması demek olur ki keyif kaçtı mı geri gelmez maalesef.

Bazen de cadı olmak istiyorum. Canım, cadıyım biliyorum ama gerçek bir cadı olmak isterdim. Örneğin kendi klonumu veya maddeleşmiş bir hayalimi işyerine yollamalıyım bazen bütün gün benim yerime çalışsın dursun enayi. Bir el hareketimle şu gıcık olduğum karşı komşum tam önümden geçerken düşüvermeli. Bazen görünmez hale gelmeli arkamdan konuşulanları dinlemeliyim bakalım ne diyorlar, sizi gidi pis dedikoducular ne olacak? Şu gıcık politikacılar gene meydanlarda atıp tutarken elime bir çuval dolusu pislik alıp tam en heyecanlı yerinde konuşmanın boşaltmalıyım kafalarından aşağıya. İnsanlar bak şu Allah’ın işine diye şaşmalı.
Bir masal vardı çocukken okuduğum kraliçenin kızı dünyalar güzeliydi ve her istediği olurdu. Çok iyi Fransızca konuşayım derdi pat Fransızcayı bir fransızdan iyi bilir hale gelirdi. Matematik sınavında çok başarılı olayım derdi. Matematik sınavını hem çok çabuk bitirirdi hem de en yüksek notu alırdı. Üniversitede iken kendi kendine not alan bir kalemim olsun isterdim ben de mesela.

Müthiş bir fiziğim harika bir sesim olmalı ve klasik gitar çalmalıydım. Üstelik kim ne isterse buyur kardeş diye anında kafadan döktürebilmeliyim. Eğlencelerin en dikkat çeken en popüler bayanı da ben olmalıyım.. Bu müthiş fiziğe de o kadar iyi giyinecek kadar param olmalı. Üstelik iki veya üç çocuğum olmalı. Ama yaramazlıklarıyla bakıcılar uğraşmalı. Bana tatlı ve eğlenceli kısımları kalsın. Geceleri onlar kalksın uyutmaya. Çok ünlüler Sting, Dustın Hoffman falan beni tanımalı ve aniden iş yerime baskına gelmeliler. Bu arada nedense hala daha çalışmayı düşünüyorum. Deli miyim neyim?

Hem kedim hem de köpeğim olmalı. Ama evim tertemiz bahçem süper olacak. Kimse beni Everest’e filan tırmandırtamaz. Otur oturduğun yerde ne işim var dağda bayırda.Yükseklerde gözüm yok, ben konformistim. Tembelim Türkçesi. Ama kahvaltıyı Londra’da , kahvemi Paris’te, akşam yemeğimi Venedik’te almalıyım. Herkes bana hizmet etmeli. Ev işi olarak sadece canımın istediği yemeği yapmalıyım. En azından şu uykularımı keyfimce uyumalıyım. Rüyalarımı istediğim kadar uzun görebilmeliyim. Çünkü ben hayal kurmaz ve rüya görmezsem yaşayamam. Ben olamam ki!

Oylum

01 Nisan 2008

Creme Brulée


Krem brulee nefis bir lezzet. Yapımı hem çok kolay hem de sıra dışı. Eğer krem karameli seviyorsanız denemenizi ve bu seçkin tat ile tanışmanızı özellikle tavsiye ederim.



Malzemeler


4 yumurtanın sarısı
1\3 cup bardağı toz şeker
1 1\3 cup bardağı krema
2\3 cup bardağı süt
1 portakalın kabuğunun rendesi
2 adet şekerli vanilin ya da 1 adet çubuk vanilin
Yakmak için şeker.

***

1-Fırınımızı önceden 150 dereceye ayarlıyoruz.
2-Yumurta sarıları ve toz şekeri çırpıyoruz. Crem brulee yaparken dikkat etmeniz gereken noktalardan biri asla elektrikli mikser kullanmamak.Yumurta çırpacağı ya da en kötü ihtimal çatal kullanın. Şeker eriyip karışımın rengi iyice açılıp hardal kıvamına gelene kadar çırpmaya devam edin..
3-Krema, süt ,vanilya (yada ikiye kesilmiş içi sıyrılarak alınmış iç ve kabuğu ile birlikte vanilya çubuğunu) ve portakal kabuğunu çelik tencerede karıştırarak kaynatın.
4-Hazırladığınız kremalı karışımı yumurta sarılarına yavaş yavaş yumurta çırpacağı ile homojen hale getirecek şekilde karıştırarak ekliyoruz. Tıpkı mayonez yapar gibi.
5-Ayrı bir kap içine (mümkünse büyükçe bir ölçü kabı kullanırsanız kaselere paylaştırmanız daha kolay olur.) tel süzgeçten geçirerek süzün. Süzdüğünüz karışımı fırına dayanaklı porselen sufle kaplarına paylaştırarak önceden ısıtılmış fırında ben mari (en az yarısına kadar su doldurun) yöntemiyle pişirin.Tepsiye suyu sufle kaplarını yerleştirdikten sonra ekleyin.
Krem brulee düşük ısıda pişer. Önemli noktalardan biri de üzerinin fazla koyulaşmadan kalmasıdır. Pişip pişmediğini sallayarak anlayabilirsiniz. Fırından çıkardığınız ve hafifçe salladığınız da kap içindeki sıvı pişmiş krema krem karamel kıvamında olmalıdır. Yani fazla sallanması tavsiye edilmez.
Frırn tepsisini alın. Sufle kaplarını hemen sudan çıkarın ki pişme dursun. Çıkarttığınız kapları mutfak tezgahının üzerinde soğuttuktan sonra buzdolabında 1 gece dinlendirmenizi tavsiye ederim.
Servis yapmadan önce krem brulenin üzerine bolca toz şeker serpin. Kap içindeki kremanın üzerini şekerle kapladıktan sonra fazla şekeri döküm. Kabın kenarlarının yanarak koyulaşmaması için kenara bulaşmış şekeri temizleyin.Varsa ascı meşalesiyle yoksa mutfak çakmağı ile yada bulanilirseniz kızdırılmış metal levha ile üstteki şekeri yakarak karamelize edin.Eğer hiçbirini bulamazsanız fırın ızgarasını kullanabilirsiniz.
Böylece krema üzerindeki şeker nefis bir kahverengiye dönüşecek karamelize olarak sertleşecektir.
Bu aşamada tatlınızı bekletmeden hemen servis yapın.


Afiyet olsun
Oylum Özmen