02 Kasım 2007

AŞK ARTIK BURADA YAŞAMIYOR (2004)


İngilizce adı : We Don’t Live Here Anymore
Yönetmen :John Curan
Öykü :Andre Dubus
Senaryo :Larry Gross
Türü :Dram
Oyuncular :
Mark Ruffalo - Jack Linden
Laura Dern - Terry Linden
Peter Krause - Hank Evans
Naomi Watts - Edith Evans






Andre Dubus’un yazdığı “we don’t live here anymore” ve “Adultery” isimli öykülerinden uyarlanarak zekice senaryolanmış bir film. Yeni bir film değil ve kendimi ayıplıyorum bu müthiş filmi daha önce keşfetmemiş olmakla .Kesinlikle tavsiye ediyorum.Bir kere zamansız bir film.Herhangi bir zamanda ve şehirde yaşanabilir.Ayrıca Amerikan bağımsız sinemasına güzel bir örnek.Eğer sizde bol aksiyonlu ve grafikli ama hep aynı klişeleri kullanan müthiş Amerikalı kahramanlardan sıkıldıysanız gerçek ve sıradan insanların sıra dışı duygularına dair bu filmi izlemelisiniz.

Filmden etkilenmemek olanaksız bu sessiz sakin ama vurucu film aile hayatını röntgenliyor. İnsan yaşamındaki mutsuzluğu ve içsel sorunları evlilikle sahnelemişler. Bu filmi seyrederken mutlaka kendinizden bir parça bulacaksınız.Yüzünüzde buruk bir gülümsemeyle seyredeceksiniz bu hüzünlü filmi. Bunların da ötesinde mutluluk peşinde koşan insanların hüzünlü hikayesi tanık olduğumuz. Özellikle orta yaşa gelmiş, uzun süredir evli, çocuk sahibi, gündelik yaşamın yorucu, bunaltıcı koşuşturmasından yorulmuş insanların hayatına dalıyoruz. Bir gün aynada kendinize bakarken o bıkkın yorgun yüzle karşılaşmak sizi şaşırtacak mı? Geçip giden gençliği ve hayatın tutkusunu nasıl yakalayabilirsiniz?

Evlilik aşk ve sadakat nedir? Neden insanlar evli oldukları halde aşık olurlar veya eşlerini aldatırlar? Yaralarımızı nasıl sararız? Hayat nasıl savurur bizi?

Jack Linden Terry ile evlidir ve çiftin iki küçük çocuğu vardır.Edith ve Hank’in ise biraz daha büyükçe bir kızları. Her iki çiftte birlikte vakit geçirirler film izleyip müzik dinler ve dans ederler. Oldukça yakın bir dostlukları vardır Jack ve Hank birbirlerini öğrencilik yıllarından beri tanıyan çok eski dostlardır.Bir kolejde İngiliz dili ve edebiyatı üzerine ders vermektedirler.Hank bir kitap yazmış ve bunu bastırmaya uğraşmaktadır. Terry ve Edith ise ev hanımıdırlar.

Ancak kocası tarafından önemsenmeyen Edith’e karşı Jack yakıcı bir tutku hissetmektedir.Kendini ayna karşısında uyarmasına rağmen gene de dalar bu ilişkiye.Edith ise kocasını artık eskisi kadar sevmeyen hatta gittikçe daha az hoşlanan bir kadındır.Hank ise serbest aşka inanan , zinayı evliliğin bir parçası olarak gördüğünü söyleyen bir adamdır. Ancak, buna rağmen okulda bir puriten gibi davranmakta öğrencilerinin cinsellik dolu imalarını anlamazdan gelmektedir.

Terry ise bu durumdan başlangıçta şüphelenmekte öte yandan Hank’in ilgisini de hissetmektedir. Aslında Hank biraz sosyopat bir zamparadır.Onun soğuk duruşu ve tepkisizliği yüzünden ne hissettiğini anlayabilmek mümkün değildir.Edith’i en çok yaralayan belki de budur.

Terry ve Jack’in evliliği rutinleşmiştir. Üstelik Edith ve Terry birbirinin tam zıttıdır. Edith düzenli tertipli bir kadın iken Terry oldukça dağınıktır.Bu nedenle Jack tarafından sert şekilde azarlanmaktadır hatta. Jack ise orta yaş krizine hızla dalmakta olan ama bunu reddeden sempatik bir adamdır.Mutsuzluğunu aşkla geçiştirmeye çalışmaktadır.Edith de ihtiyacı olan sevgiyi Jack'te bulacaktır.

Yaşamın çoğu ve en neşeli zamanlar geçmişte kalmıştır. Şimdi kendisiyle yalnızdır Jack. Çaresizdir ürkektir ve korkaktır.Artık ona hiç birşey anlamlı gelmemektedir. Çıkış yolu aramakta hayata tekrar tutkuyla sarılmaya çalışmaktadır. Kendini tekrar genç hissetmek istemektedir.Sorumluluktan uzak istediği gibi davranabilmek hesapsız kendi gibi olabilmek istemektedir. Sığınabileceği tek liman vardır. O çoşkuyu o duyguyu yakalayabileceği liman aşk mıdır?

Sonuçta ilişkileri gittikçe karmaşıklaşmıştır. Ancak durumun farkında olan Terry’dir ve bir gemi kazasından kurtulan denizcinin yakaladığı tahta parçasına sarıldığı gibi evliliğine sarılmakta ve umutsuzca kurtarmaya çalışmaktadır.Hayatının merkezi evliliği ve çocuklarıdır.Başlangıçta kocasının aşkının farkında değildir ama Jack'le olan ilişkilerinin günden güne zayıfladığının ve kopmakta olduğunun farkındadır. Jack sadece evli olduğu ve çocukları olduğu için mi onunla birlikte olmaktadır? Bir yandan Jack tarafından istenmezken öte yandan Hank tarafından arzulanmaktadır.Tereddütünü ve duygusal salınımlarının yanı sıra öte yandan protoginik iç gücünü de hissedersiniz.

Edith ise cilveli, güzel ve eğlenceli bir kadındır.Jack e olan ilgisi sıradan bir cinsellikten ötedir. Jack sadece kaçamak mı yapmaktadır yoksa Edith'e aşık mı olmuştur. Ama aşk fedakarlık ve ödünler vermek demektir.Vereceğiniz ödünler neler olabilir.Keşke çocuklar hiç doğmasaydı diye düşünebilir miyiz? Eğer çocuklar olmasaydı daha özgür olabilir miydik? Eski anıları ve aşık olup evlenmiş olduğunuz kişiyi gerçekten umursamayabilir misiniz?Tekrar hesapsız olabilmek ve sorumsuz , çoşkulu gençliğe dönebilmek mümkün mü?

Hank her şeye rağmen karısını kendince sevmekte aslında Jack’le olan yakınlığını da hissetmektedir ama karısıyla ilgilenen birilerinin olması onu rahatlatmaktadır. Şöyle der Jack’e “Sevildiğini düşünen bir kadınla yaşamak çok daha kolay” Evlilik nasıl ve neden devam eder.Biliyoruz ki evli çiftlerin büyük çoğunluğu birbirlerine karşı büyük bir sevgi hissetmez.Ama evlilik rahat ve huzurludur.Alışkanlıktır arkanı dönüp gitmek çok zordur.Üstelik çocuklar varsa arada daha da zordur.

Aşka emek ve vakit harcamak gerekir. Hayatımızı çoğu zaman bizler değil de içinde yaşadığımız şartların yönlendirdiğini anlamak bizi rahatsız edecek belki de yaptığımız seçimler aklımıza gelecek ve yaralarımızı saracağız. Malesef hayat siyah ve beyaz değil. Seçimlerimizi yaparken bu kadar kolay ayrılmıyor yaşayacağımız hayatın çizgileri birbirinden.Hayatta çok renk var. Seçimlerimiz bizi hayata bağlıyor.Öyle veya böyle tutunmamızı sağlıyor.Ancak seçimler bizi her zaman mutlu edemiyor.Kendi isteklerimize göre değil şartlara göre yapıyoruz seçimlerimizi.

Filmdeki en parlak oyuncu Laura Dern (Terry). Mimikleri ve oyunculuğu gerçekten çok güçlü. Mark Ruffalo ise hakikaten müthiş.Filmin sinematografiside müthiş.Üstelik Beethoven 1. senfonisi bu müthiş senaryo ile çok uyumlu.

Oylum Özmen