26 Mayıs 2010

EKMEK DOLMASI


Malzemeler

· 2 adet dolmalık ekmek
· ½ az yağlı kıyma
· 1 demet maydonoz
· 1 çay fincanı dolmalık fıstık
· 1 büyük kuru soğan
· 1 kahve kaşığı karabiber
· 1 kahve kaşığı tarçın
· 3-4 adet domates
· 150-200 gr kadar tereyağı
· Yemek kaşığı salça
· 4-5 bardak su


Hazırlanması

Dolmalık ekmeklerinizi bir beze sararak 3 gün kadar bayatlatın.İyice bayatlamış ve sertleşmiş ekmeklerin altından minik bir kapak açarak ekmeğin kabugunu zedelemeden içini çıkartın ve elinizle ovarak iyice inceltin.

Domatesleri rendeleyin ateşe koyarak öldürün.Üzerine salçayı suyu ve tereyağını ekleyerek kaynamaya bırakın

Soğan ve kıymayı kavurun.Dolmalık fıstıkları ilave ederek rengi sararana kadar çevirin. Fıstıklar altın rengini alınca ekmek içini ince kıyılmış maydonozu ekleyin.Biraz çevirdikten sonra kıymaya karabiber , tuz ve tarçını ekleyin.Karıştırıp ocağın altını kapatın.

İçini boşaltmış olduğunuz ekmeklere bu karışımı sıkı sıkı doldurun.Ekmeklerin altına bolca tereyağı sürüp yanmaz tencereye oturun.Ocağın altını hafife alarak kaynamakta olan sudan 1 kepçe alarak dolmanın üzerinde gezdirin tencerenin ağzını kapatıp suyunu çekmesini bekleyin.Bu işleme ekmek hazır sosun tamamını çekip yumuşayıncaya kadar devam edin.

Ekmek dolmasını servis tabağına alıp sıcak olarak dilimleyerek servis yapın.Yanında bir klasik olarak serin hoşaf tavsiye olunur.

Afiyet olsun.

27 Nisan 2010

Hızır ve İlyas=HIDRELLEZ (hıdır , hızır benim yapacagım budur)






Doyasıya aşk, ev, araba ,yazlık, yat, kat,  çantalar, bebişler, evlilik ,para, en son çıkan parfümler,ayakkabılar, fitness  ne dilerseniz hızır görsün duysun inşallah:)
*****
Malum Hıdrellez yaklaşıyor, cok isimiz var...Gul agacı bulunacak , altına dilekler konacak ,dalına kırmızı kurdelerle paralar asılacak  ertesi gun o dilekler gidilip denize atılacak filan filann.. .Zaten yoğun ve de yorgunuz aman atlanacak dilek olmasın diyee, size yılın dev hizmetini sunmak isterim

Yukarıda hazırladığım istekleri cd ye çekin (umarım Hızır Peygamber teknolojiye uyum göstermiştir.) ve gul agacına asın. Begenmediklerinizi silebilir gonlunuzden gecen baska resimler varsa ekleyebilirsiniz. . Ehh ne diyelim herkesin gonlundeki elinde olsun.. (aminn ve yaz yarabbim)
Ayrıca o gün  ; mumkunse yeni bir parca giysi giymeyi , bol bol yemek yapıp evdeki herkesin yemesini saglamayı "Agiz tadi bozulmasin" dilegiyle tatli,"bütün yil boyunca sevenlerin sarilmasi" dilegiyle sarma, "ambarlarin dolmasi" dilegi ile de dolma yapmayı unutmayın:) "S" harfiyle baslayan yiyeceklerin bolluk ve bereket getirecegine inanilir. Süt, sogan, sarimsak, salep, sarma, simit, sütlaç, sakıızlı muhallebi olmak üzere en az yedi çesit yiyecek eksik edilmez. Yesil sebzelerden de kirk çesit toplanip yendiginde sifa getirecegine inanilir (nerden bulacaksak kırk çeşidi) Yesil sebze ve bitkilerin yenilmesi tabiatin yeniden canlanisiyla paralellik göstermektedir. Geçenlerde bir arkadaş anlattı hatta onlar Tekirdag da 40 cesit yaprak toplarlarmıs. .Seneye ksmetse:) Ama düşünüyorumda vallahide billahide kırk çeşit yaprağı bulamam gibi geliyor şu bizim ikametgah civarında.
Şimdiii neler yapacaksınız bakalım hıdrellezde tekrar üzerinden geçelim.Bir kere mümkünse illaki piknik yapıp salıncakda sallanılacak.Bunu saymıyorum.

Bereket - Bolluk isteyenlere ;

- Evdeki yiyecek çuvallarinin agzi açilir. (Cuval eskilerdendi siz tupperwarelerinizin veya kiler dolaplarınızın kavanozların ağzını açın)
- Evlere yesil dallar asilir.

- Kapi, pencere, yiyecek kaplarinin agzi açik birakilir. Bunu da gece degil gunduz yapın bence ki milli hırsızlık gunu ilan edilmesin. Ya da olmadı cüzdanın ağzını açık bırakın balkona koyun. İçini boşaltmayı unutmayın önceden. Hem belki hızır acır, hemde olan sadece cüzdana olur.Ağlamazınız gitti kredi kartlarım diye.

Sifa - Saglik isteyene ;

- Çocuk sahibi olmak isteyenler gül dalina bez besik yapip içine oyuncak bebek birakirlar.

- 5 Mayis gecesinin en yaygin uygulamalarindan birisi de atesin üzerinden atlamadir. Atesten atlama yaz mevsimine çikilmasini kolaylastirdigi gibi insanlarin günahlarindan arinarak hafiflik kazanmasini saglamaktadir. Bu uygulama arinmadir. Canliligi, tehlikeye düsürecek kötülüklerden temizleyip kurtarmak. Tabii aslında bu ateşten atlamak özellikle çocuklar için büyük eğlence.Şu sokak aralarında yada parklarda yakılan ateşlerin başında genelde çocukta olsa mutlaka büyüklerde ateşten atlamyı ihmal etmez.Deniz kıyıları dolarda taşar.İmkanı olan sandalına atlayıp şöyle bir açılır yanında bir kaç şişe yakut ve sonrada patlatır bir tane biz heybelide her gecceeeee...

Aslında Hıdrellez bahane eğlence şahane Hıdrellez i İzmir de eğlenerek geçirmek ise vazgeçilmez bir paradoks. Hem akın akın gelen kalabalıktan çekinir hemde içine dalmak için pır pır eder yüreğiniz.Ben şimdiden heyecanlanmaya başladım.

Kismet - Sans isteyene ;

- 5 Mayis gecesi dilegi olanlar için taze soganin iki yapragini uçlarindan esit olarak kesilir. Uçlardan birisine iplik baglanip dilek tutulur. Ertesi gün iplik baglanan yaprak uzamissa tutulan dilegin gerçeklesecegine inanilir.

- "Niyet Çömlegi" hazirlanir. 5 Mayis günü bir çömlegin içine bekar kizlardan toplanan yüzük, kolye, boncuklar vb. konur. Çömlegin içerisi su ile doldurulur. Çömlegin agzina yesillik konur, üzeri kirmizi yemeni ile örtülüp, bir kilit ile kilitlenir ve bir gül agacinin dibine saklanir. Ertesi sabah kizlar toplanirlar. Çömlegin basina genç bir kiz oturtulur. Kismetinin açilmasi dilegi ile kilit kizin basinda açildiktan sonra sira ile maniler söylenerek çömlekten esyalar çikarilir.
-Balkona kırmızı bir bez parçası asılır.Çok uzun olmasın.Ne kadar kısa olursa dileğiniz o kadar çabuk olur.Dilek gerçekleşene kadar balkonda asılı tutulur.Tanıdığım bir kaç kişinin bu yöntemi denediğini ve sonucun başarılı olduğunu söylediğini biliyorum.Ancak hepside aman bezi uzun tutma diye tembih etti bilgilerinize. (Bez uzadıkça dileğin gerçekleşmeside uzuyormuş)

-Kısmeti açılması istenen bekar kızın başında gün doğarken 3 defa kilit açılır.Kilit kapatılmadan dilek gerçekleşene kadar saklanır.Sonra denize atılır.Bunu deneyeni biliyorum ama sonunda kilidi denize attılarmı bilemiyorum.Şimdi iyilik yao denize at oldu Hızır peygamberin işi. Bu da anında sonuç vermeyenlerden ama mutlu nihayete ulaştıran yöntemlerden:)

Mal - Mülk isteyene ;

- Ev sahibi olmak isteyenler gül dalinin altina ev maketi yaparlar. Resmini çizerler.

- Parasahibi olmak isteyenler gül dalina para baglarlar. Araba isteyenler araba resmi yaparlar.

Evi çizerken küçük çizmeyin yeminle kaç odalı çizerseniz öyle veriyor valla billa.Sonra ev küçüktü sığamıyoruz demeyin.Ne kadar isterseniz o kadar verir.Siz yüzsüzlük yapın. Olmazsa kalan sağlar bizimdir ama ya tutarsa!

Hidrellez günü halk tarafindan Hidrellez gününe özgü bazi davranis kaliplari ve uygulamalar da bulunmaktadir,

- Hidrellez sabahi gün dogmadan kalkilmasi gerekir. Geç kalkanlarin kismetlerinin o sene boyunca kapali olacagina inanilir. Sokak kapilarina pasli teneke asilarak geç kalkanlar kinanir. Hiç bana göre değil yemişn ederim.Hele ki 5 mayısı 6 mayısa bağlayan gece bol bol eğlenip ateşlerden atladıysanız.Bırakın uyuyayım.

- Bugün is yapilmaz. Bence 6 Mayıs da resmi tatil olsun:) Bunu da dileklerime ekledim.

- Sabah erkenden çimenlerin üzerinden yuvarlanilir, böylece saglikli olunacagina inanilir. Hangi çimen nerde yuvarlanacağız.Hayır çimeni bulduk köpek pisliği olmayanı nerden bulacağız.Allah korusun nasıl işe gidilir sonra misler gibi koka koka.Bu da olmadı geçiniz efendim.
- Bugün salincakta sallanilirsa hastaliklardan arinildigina, günahlarin döküldügüne inanilir. Hah buda bahanem oldu.Geçerken parka uğrar şöyle bir silkinirim.

Tabii bu arada hıdrellez ile ilgili hazırlıklarınızı yaparken aman adresini verdiğim bu siteyi atlamayın. http://www.hidrellez.org/
A.Kavadarlı

19 Nisan 2010

ISIRGAN OTU SALATASI


Isırgan otu veya diğer adıyla dalagan otunun faydalarını saymakla bitmez. Isırgan otlu şampuanlardan  tohumunu bal ile karıştırarak tüketmelerden çayını yapıp içmeye kadar çok şey tavsiye edilir.  Boğaz ile ilgili kısmında  biz ne yaparız zeytinyağında taze soğan ile kavurur üzerine yumurta kırarız yada böreğini yaparız ki uffff nefis olur. Mutlaka tadılması gerekir. Çorbası da mısır unuyla yapılabilir ama salatasıda mevsiminde hem şık hem de besleyici bir öğün önerisidir.

Malzemeler

2-demet ısırgan otu

2-3 demet tere

Bolca tulum peniri rendesi

2-3 adet domates

1 demet maydonoz

Limon suyu ve zeytinyağı

Tane mısır

Hazırlanması

1-Öncelikle elinize plastik eldivenleri geçirin bakalım hanımlar. Kendiniz toplayamamış olsanız dahi pazardan demeti 50 kuruşa aldığınız ısırgan otlarını güzelce yıkadıktan sonra yapraklarını ve taze dallarını ayıklayın. Dalları minik minik parçalamayı unutmayın. Ama bıçak kullanmıyoruz. Elimiz tazeliği hisseder ve nerede durulması gerektiğini bilir.

2-Isırgan otlarını yıkadıktan sonra biraz tuz ile ovalım. Bu aşamadan sonra ısırgan otu yıkanmayacak bu nedenle eklediğiniz tuza dikkat edin. Tuz ile ovulunca ısırganın yakan özelliği de kaybolacaktır. Öte yandan yıkayıp kuruttuğumuz tere ( çok önemli çünkü ısırgan otunun keskin ve metalik tadını dengeleyip nefis bir aroma veriyor) ve maydonozlarıda incecik kıyarak ısırgan otu ile karıştaralım.

3-Salata kasesine aktardığımız malzememizin üzerine sırasıyla tatlı mısır (istenirse) bolca rendelenmiş tulum peyniri (tercihen İzmir teneke tulumu ) kabuğu alınıp küp küp kesilmiş domates yerleştirdikten sonra istediğiniz , sevdiğiniz miktarda zeytinyağı ve limonu gezdirip servis edebilirsiniz. Tuz eklemiyoruz unutmayınız zaten ısırgan otları tuzlu.

Afiyet olsun.

14 Nisan 2010

RÜZGAR BİZİ SÜRÜKLEYECEK



 

Zamanında defalarca dinlemekten bıkmadığım hala içimde kelebekleri uçuşturan melodisi nefis bir şarkı


 korkmuyorum yoldan
görmek lazım, tadına varmak
dalgalar belimizin oyuklarında
güzel olacak her şey burda
taşıyacak bizi rüzgâr

mesajın büyük ayıya
ve yarışın güzergâhı
kadife bir an
hiçbir işe yaramasa da
alıp götürecek rüzgâr

 
yok olacak her şey ama
taşıyacak bizi rüzgâr

sarılmalar ve kurşunlamalar
ve bizi delik deşik eden şu yara
sarayı başka günlerin
dünün ve yarının
taşıyacak onları da rüzgâr


genetik omuzlarda
kromozomlar atmosferde
galaksilere giden taksiler
ve uçan halımı
alıp götürecek rüzgâr

yok olacak her şey ama
taşıyacak bizi rüzgâr


ölü yıllarımızın şu hoş kokusu
şu kapını çalabilecek olan
sonsuz kaderler
birini tutuyoruz ve elimizde ne kalıyor?
alıp götürecek rüzgâr

deniz yine yükselirken
ve herkes hesaplarını yeniden yaparken
ben senin tozlarını götürüyorum
gölgemin kuytularına


taşıyacak onları da rüzgâr
yok olacak her şey ama

taşıyacak bizi rüzgâr

13 Nisan 2010

ALAÇATI OT FESTİVALİ


Bu Pazar günü yani 11.04.2010 da Alaçatı ot festivali eski camii meydanında yapıldı. Arada orta şiddette serin rüzgarın estiği ama güneşe geçince bu defa terlediğiniz tipik bir ilkbahar günüydü. Bence bir dahaki festivali leylek fırtınasının ortasına getirmemeye dikkat etmek gerekiyor. Cami restarasyonunun devam etmesinin yanısıra  ilk festival düzenlemesi olduğundan ufak tefek acemilikler görülmesine rağmen orijinal ve devamının gelmesini istediğim bir olay. Mutlaka meraklısının gidip görmesi gerekiyordu. Alaçatı belediyesini ve festivalin destekçilerini gerçekten gönülden tebrik ediyorum özgün ve güzel düşüncelerinden dolayı.

Ayrıca belirtmek gerekir ki  camii restarasyonu gayet başarılı olmuş.Taş ustaları tek tek her taşı ayarlayıp yerlerine yerleştirmişler ve şimdi Alaçatı'ya yakışır bir hale gelmiş Pazaryeri Camii.

Etkinlikler arasında en çok ot çesidini toplayabilme ve yöresel otlardan yapılmış yemek yarışmasıda vardı. Pazar yeri Camii alanında kurulan masalarda ise şarap tadımı (eyvah eyvah nasıl olur gavur İzmir'li gene yaptı yapacağını kimseninde umurunda değildi ) limonata ve butik kurabiye satışları organik ürünler bence en dikkat çekicilerindendi.Bizler dolanırken güzelim Ege Türküleri eşlik ediyordu ki  olayı yakalamanızı sağlayan taşı gediğine koyan türkülerdi onlar.

Limonata satan ablamız  ise süperdi. İzlemek de diyalog kurmakda çok eğlenceliydi. Oğlum 3. bardağı satın almayı kalkınca o kendine özgü tavrıyla "n'aapalım abla ben çok güzel yapıyorum ondan çocuklar doyamıyor" deyip son noktayı koydu.

Ama konu itibarı ile en çok ilgilendiğim yemek yarışmasıydı elbette. Juri adaylarının arasında Yunanistan’dan Elena Mavridi , Süreyya Üzmez, Hakkı Akbaykal, Ayhan Sicimoğlu ve Gökçen Adar'ın yaptığı yarışmada katılımcılar, şevketibostan, etli enginar, otlu bakla, Boşnak börekleri, zeytinyağlı sarmalar pırasa dolması  gibi tam 46 çeşit yemek ile  puan alabilmek için yarıştı. Sakız adasından festivali izlemek için gelen Danimarkalı Conny Traekaer ise dikkati çeken isimlerden biriydi.





Yemekler Jüri tarafından değerlendirilmesinin ardından halkın tadımına da sunuldu.

Ot Festivali'nde; Binbir Ot ' kategorisinde birinciliği 101 çeşit ot toplayan Semra Aktaş Erden , ikinciliği Azimez Naz , üçüncülüğü ise Recep Subaşı kazandı . ' Ot Aşı ' kategorisinde birinciliği Aysen Kadıbeşegil ' in hazırladığı " Kırk ot Salatası " , İkinciliği Şehnaz Uludağ ' ın " Güveçte Kuzu Etli Şevketibostan " yemeği , Üçüncülüğü ise Özlem Koç ' un " Enginar Çanağında Turpotu Salatası " elde etti.




Yemek yarışmasına katılan hanımlarda  bir heyecan bir heyecan yerlerinde duramıyorlar yıllardır evlerinde yemek yapa yapa ustalaşmış olan bu kadınlar yarışma heyecanı ile titriyorlardı. Biz yarışmacılardan Vesile hanım ve Yıldız hanım’la muhabbet etmeye doyamadık. Yıldız hanım’ ın nar ekşili ve çiprikalı (ege ve marmara yöresinde bulunan ve kekikgiller familyasından olan muhteşem kokulu bir bitkidir.) taze asma yaprağı ile yaptığı  zeytinyağlı sarmalar parmaklarınızı yedirtmekle kalmayıp offf daha yok mu dedirten türdendi. Vesile hanım ise ebegümeci sarması yapmıştı. Bildiğiniz ebe gümecinin iri yapraklarına yabani pırasa ve gelincik otu kullanarak yaptığı zeytinyağlı sarmada çok farklı bir lezzetti. Elimizde olsa yarışmadan sonra onu hiç tadım masasına göndermeyecektik. Hakikaten yemekler çok ilginçti. Bir çoğu aslında Egeli olanların öyle veya böyle tadıp duyduklarıydı ama kişisel deneyimlerden ve damak tadından kaynaklanan farkların yarışması çok özeldir her zaman. Bir müjde vereyim ilgilenenlere yarışmaya katılan tüm yemekler tarifleri ile birlikte kitap olarak kısa sprede yayınlacakmış.
Yemek tadımından sonra (tadımı biraz yanlış oldu çünkü biz yemekleri mideye indirdik) Camii meydanında oturup sakızlı kahvelerimiz yudumladık.Güzel ve çok keyifli bir gündü. Gelecek festivalde ben gene buradayım ve imkanı olan herkese kaçırmamalarını tavsiye ediyorum.

07 Nisan 2010

LEBLEBİ TOZU HELVASI

   Çocukken bakkallarda leblebi tozu satılırdı.Leblebi tozu yerken yusufff yusuf diye seslenerek arkadaşınızın yüzüne tozları uçurmak çok eğlenceliydi. Oğluma leblebileri öğütüp leblebi tozu yapmış olsamda onun için bir anlam ifade etmedi maalesef. Daha sonra "Uzak Köşe" de  bu tarifi buldum ve denedim.Aslında un helvasının daha az kavrulanı olarak da tanımlayabiliriz. Gördüğünüz gibi oranlar klasik helva oranları ile aynı. Ben sevdim ancak ben helvayı zaten her durumda severim.
   Leblebi ise ayrı bir hikaye. Kuru üzümle ne güzel olur ya leblebi şekerleri. Şu çerezciler bildiklerinden kapı önlerinde leblebiyi kavurup dumanını savurup insanları tavlamıyor mu zaten. Gene aynı şey oldu. O güzelim taze kavrulmuş leblebi kokusuna tavlandım ki hemde nasıl. Yiyebileceğimden fazla leblebi aldım. Güzelim sıcacıık tazelerin bayatlamasına gönlüm razı olmayınca imdadıma "Uzak Köşe" yetişti.

   Uzun lafın kısası denemenizi tavsiye ederim.

Malzemeler

*1 su bardağı Leblebi tozu
*1 su bardağı şeker (Esmer şekerde kullanabilirsiniz)
*1 su bardağı su ben süt tercih ediyorum
*1 yemek kaşığı sıvıyağ yada tereyağı

Hazırlanışı

  * Ayrı bir kapta bir bardak suyun içine sekeri ekleyip, şeker eriyene kadar kaynatın. Çok fazla değil sadece şeker erimesi yeterli.

  * Leblebiyi kahve öğütücüsünde iyice toz haline gelene kadar öğütün.Ya da benim gibi mutfak robotu kullanarak veya havanda havan eliyle eşinizin kol gücünü övdükten sonra ona dövdürerek de yapabilirsiniz.Ayrıca bazı aktarlarda hazır leblebi tozuda satıyorlar.Ancak ne kadar güvenilirdir bilemiyorum.

   * Teflon tavaya sıvıyağ koyup, leblebi tozunu aktarın ve hafifçe karıştırın.
Şekerli suyu yavaş yavaş leblebi karışımına ilave edip karıştırın ve helva kıvamına gelene pişirin. Demlendirin ve un helvası gibi kaşıkla şekil verin..


   Durun durun daha bitmedi..Evde leblebide yapabilirsiniz..Deneme yanılma yöntemi ile geliştirip değiştirebileceğiniz aşağıdaki yöntem le sonuca ulaşmanız gayet mümkün.Aldığım organik nohutları tüketemeyince ben leblebi yapmayı denedim ve başarılı oldumç. Size iki farklı tarif sunuyorum. 
Tarif 1

Malzemeler
* 1/2 kg. nohut

* 1 tatlı kaşığı kadar tuz

Yapılışı
1. Nohutu ayıklayın ve 1 gece önceden ıslatın.
2. Ertesi gün bir tencerede üzerine tuz ilave edildikten sonra nohutun suyunu çekene kadar kaynaması beklenir.
3. Sonra teflon tencerede (sacda yapılırsa daha iyi olur), haşlanmış nohutları yıkamadan kavurun

4. Sonra leblebiler ovulur ve kabukları ayrılır.

Tarif 2
   Bu tarif daha zor ve eziyetli. Ama orijinal leblebi yapma yöntemine daha yakın. Tamam itiraf ediyorum her ikisini de denedim ama daha kolay olduğu için birinci tarifi kullanıyorum artık.

*Nohut ayıklanarak sacda veya teflon tencerede kavrulur.Bu işleme tavlama denir.

*Tavlama naylon olmayan bez torbalara konularak iki gün dinlendirilir.Burada eskimiş pamuklu yastık kılıfı kullandım ben.

*İkinci kavurma yapılarak yine çuvallarda iki gün daha bekletildikten sonra kuru bir yere serilerek 15-20 gün dinlendirmeye bırakılır. Bu dinlendirme süresi az olursa, nohut leblebi olunca lezzetsiz olur.

*Birinci tavlamada yeterli şekilde kavrulmayan nohut son kavrulmada bölünerek kırığı çok olur. Bu kırık nohut tekrar kavrularak kırık leblebi yapılır.Yada leblebi helvası yapılır.

*Son tavlamadan sonra, su serpilerek tekrar bez torbalara konulur. Nemlendirilmiş nohut çuvalda bir gün bekletilir ve üçüncü kez kavrulur. Bu kavurmada nohudun kabukları soyulur.

*Bir veya iki gün sonra isteğe göre bu leblebi yeniden kavrularak tam leblebi olur ve yenilecek kıvama gelir.

   Afiyet olsun

18 Şubat 2010

Alıntıdır (Tüm İnsanlar Aynı Dili Konuşur)



Savaşa neden mi karşıyız?


Bir kere çocuklar ölmesin diye en başta.


Kefene sarılı minicik bedenler hiç çıkmayan izler bırakır rüyalarda.


Savaşa neden mi karşıyız?


Vurulmasın gençler sorgusuz sualsiz yol ortasında,dur ihtarına uymadı yalanıyla.


Savaşa neden mi karşıyız?


Erkekler iktidarlarını spermleriyle saldırarak göstermesinler diye,barışta asla ulaşamayacakları kadınlara.



Savaşa neden mi karşıyız?


Her birimizin içindeki katil dehşet saçmasın diye,karanlık, çıkmaz sokaklarda.



CHE

10 Şubat 2010

UN (KAŞIK) HELVASI

 İrmik helvasından daha çok sevdiğim ancak, şimdi nadiren yapma cesareti bulduğum çok sevdiğim bir helvadır. Özellikle buzdolabında soğuduktan sonra o kaşık şeklinden dolayı kaşık helvası diye adlandırdığımız bu nefis lezzeti çocuklarınıza bol bol yedirin. Nasıl olsa büyüdükçe nadiren yenebilecek lezzetler arasına girecekler arasında
Şimdiden afiyet olsun


MALZEMELER
2 bardak un
2 bardak şeker
2 bardak süt
1 paket tereyağı
1 paket çam fıstığı

YAPIMI

Hazırlanması oldukça basit.Öncelikle şekeri sütün içinde eritin.Dibi kalın bir tencerede un,yağ, fıstığı unun kokusu çıkıncaya dek harlı ateşte tahta bir kaşıkla kavurun.Rengi döndükçe ocağın altını kısın.Unun rengi koyulaşıp fıstıklar altın rengini alıncaya dek kavurmaya devam edin.Un helvasında unun kavrulması çok önemlidir.İyi kavrulmuş bir helva nefis olur.Rengini tutturamamak konusunda çok endişe etmeyin.Eğer tecrübeli değilseniz ilk aşamada hazırladığınız sütlü şerbete 1 yemek kaşığı kakao eklerseniz  ekstra bir bonusla servis edebilirsiniz.
Unun kavrulması tamamlandıktan sonra şerbetini yavaş yavaş ekleyin.Bu aşamada kaşık yerine tel çırpıcı kullanırsanız unun topaklanmasının önüne geçerseniz. Şerbetin tamamını ekleyince hızla karıştırmaya devam edin. Bu aşamada  helva kendini toplamaya başlayacak ve rengi parlaklaşacaktır.Hemen ateşten alın ağzını kapatarak dinlenmeye bırakın.Ilıyınca iki metal kaşık yardımıyla kaşık şekli vererek servis tabağına aktararak servis edin.


Afiyet olsun

05 Ocak 2010

AVATAR



Avatar görsel bir şölen ama bir o kadar da maço ve  Amerikan vari klişelerle dolu. Avatar için söyleyeceklerim yerlere göklere konulamayan Mel Gibson un yönetmenliğini yaptığı APOCALYPTO filmi için söyleyeceklerimden çok farklı değil…Bu Amerikalıların çok zeki olmadıklarını biliyoruz ama şunu hissettim ki Amerikan filmlerinden epey sıkılmışım. Dünyayı daha düzeyli bir bakış açısı ile yakalayan anti kahraman ve sıradan insanları içeren farklılığı kabullenen ve içselleştiren Avrupa filmlerini daha çok seviyorum..

Özetle filmimizde Amerikalı asker gerçeği fark ediyor ve eski klişelerde olduğu gibi ama bu defa farklı olarak ailesini yada bir ulusu kurtarmak yerine bir gezegeni kurtarıyor.Ama düzeni eleştirmiyor,bunun için savaşmıyor ötekine dönüşmeyi tercih ediyor. Kendin gibi kalabilmek ve doğru olan için savaşmakdır esas olan..Bir Hıristiyan olmak ve insanlık adına yapılan yanlış anlaşılmaları engellemek için Müslümanlar adına konuşabilmek. Azınlık olmamak ama azınlık haklarını savunmak. Erkek olmak ama kadınlaşmadan kadın haklarını savunabilmek çok zor değil.İnsan olabilmenin gereği budur. Medeniyet ve gelişmişlik bunu gerektirir.

 Afganistan ve Irak a barış ve özgürlük götürdükleri yetmezmiş gibi şimdi dış uzayda diğer gezegen ve farklı yaratılanlarıda (Müslümanlar ve asyalılarda uzaylı gibi değil mi onların bakış açısında) özgürleştirip refaha erdiriyorlar.

Children of Man da şu İslam korkusunu zaten kemiklerinizde hissediyor idik. Şu melanet hiristiyan olmayanlar hep başa bela değil mi?(özellikle Hıristiyan olmayan deyimini kullandım)Tabii bu sadece halka yansıttıkları bir paranoya.Elbette biliyoruz ki haçlı seferleri de dahil dünya üzerindeki yapıla gelmiş hiçbir savaş din kan davası vs. yüzünden olmamıştır.Tek bir sebep geçerlidir kazanç…Savaşın tek nedeni paradır.

Afganistan’ı özgürleştirdiler.Böylece Taliban yüzünden düşen yıllık eroin üretimi şu anda rekor seviyede.Irak a barış geldi ve şu anda Petrol fiyatları Saddam ın uygulamasının aksine yükseldi. Amerika İspanyollar tarafından işgal edildi ve binlerce yerli katledildi kötü olmaları değildi sebep kaynaklarıydı ve altındı.




Avatar daha önce belirttiğim gibi aksi iddia edilemeyecek bir şekilde görsel olarak çok etkileyici…Tamamının bir stüdyoda boş bir perdede çekildiğini ve bilgisayar efektleri ile dolu olduğunu bilmenize  rağmen güzel. Ama maalesef ben zevk alırken düşünmeden edemiyorum.Boş boş ekrana bakıp ahhh ne güzel demek isterdim ama beyin hücrelerim çalıştığı zaman daha çok keyif alıyorum.Elbette seyredilmesi gerek ama lütfen göz ardı etmeyin mesajları ve altında yatanları.

Gezegenin adı da enterasan Pandora.(mitolojideki “Pandora” yı düşünmemek imkansız)Yönetmenimiz kendince pandoranın kutusunu açıyor ama gişe endişesini düşünmemezlik etmemiş fazlada suya sabuna dokunmuş diyemeyeceğim.

Apocalypto için yazdığım eleştiri aşağıdaki linkte merak edenler okuyabilir.



Son olarak benim gibi düşünen birini bulmak bana keyif verdi.Buda Hürriyet Gazetesi'nden alınmış köşe yazısı:

Emre Kızılkaya/DIŞ AÇI


Kimisi yere göğe sığdıramıyor, kimisi “klişelerle dolu” diye eleştiriyor... Avatar’ın, en azından üç boyutlu görselliği ve müthiş gişe başarısıyla şimdiden sinema tarihine geçtiği bir gerçek. Bense filmin ticari veya estetik başarılarından çok, içeriğiyle ilgiliyim. Acaba hakikaten, mesela Taha Akyol’un dediği gibi, “Sömürgeciliğe yöneltilmiş muhteşem bir insani eleştiri” mi bu film? Yoksa tam aksine, Batı merkezli, tüketimci, kapitalist, militarist, erkek egemen, beyaz ideolojinin yeniden üretimine “şık” bir katkı mı?

ekizilkaya@hurriyet.com.tr

James Cameron’ın yönettiği Avatar, gösterime girmesinden 17 gün sonra dünya çapında 1 milyar dolar gişe geliri elde ederek şimdiden tarihe geçti.

Gişedeki başarısı ve günümüz sinemasında yarattığı etki düşünülürse, Avatar’ın En İyi Film dalında Oscar da kazanıp, yüzde 60’ı bilgisayar animasyonlarına dayanan bir eser olarak bir ilke daha imza atacağı öngörülebilir.

Yaklaşık 300 milyon dolara malolan ve pazarlaması için de 150 milyon dolar harcanan bir Hollywood yapımının, sadece sanatsal veya ekonomik saiklerle üretildiğini düşünmek “saflık” olur.

Tamam; Avrupa veya Uzakdoğu toplumlarını esas alan ve zımnen de olsa siyasi mesajlar veren popüler filmler de yapılıyor. Geçmişte analiz etmeye çalıştığım “Ratatouille” (bkz. http://tinyurl.com/ybbdm8o ) ve “Ruhların Kaçışı” (http://tinyurl.com/ycd3u9m ) bunlardan ikisiydi... Ama işin içine ABD girince durum biraz değişiyor.

Avatar, yönetmeninin de kabul ettiği gibi, bazı siyasal ve toplumsal mesajlar taşıyor. Bunlar, milyonlarca izleyicinin hem bilincine sunuluyor, hem de bilinçaltına taşınıyor. Ne yazık ki bu mesajlar, Cameron’ın savunduğu türden, insanı “özüne dönmeye” davet eden, “kendisiyle ve ekolojik çevreyle barışık olmasını” savunan iyi niyetli mesajlar değil bence.

Peki nasıl mesajlar bunlar?

Gelin, Avatar’a bir de bu açıdan, yâni “ideolojisini” göz önüne alarak bakalım.

* * *

Öncelikle filmi özetleyelim:

İnsanoğlu, 2129 yılında ilk kez Dünya dışında akıllı varlıklar keşfeder. Dünya’ya beş ışık yılı uzaklıktaki Polifemus adlı gezegenin 14 uydusundan biri olan Pandora’da, kendilerine Na’vi adını veren, insandan daha büyük ve güçlü, mavi derili zeki canlılar yaşamaktadır.

Bu insansıların Dünya’daki “yerlileri” andıran bir kabile hayatı sürdüğü Pandora’da, insanoğlunun daha önce bilmediği ve kilosu milyonlarca dolar eden bir maden de keşfedilir. Kısa süre sonra insanoğlu Pandora’yı “sömürgeleştirmeye” başlar.

Pandora’da RDA adlı özel bir şirket tarafından kurulan insan kolonisinde sivil bir yönetim hâkimdir. Bu yönetim, diplomatik çözümler öneren bilimadamları ile güç kullanılmasında ısrarcı olan askerlerin sürekli baskısı altındadır. Teknolojik katkılarıyla koloninin devamını sağlayan bilim ekibi ile insanları dış saldırılardan koruyan askeri ekip arasında bir denge gözetilir.

Bu arada insanoğlunun nefes alamadığı zehirli Pandora atmosferinde özel bir maske kullanılması şarttır. Hem bu nedenle, hem de Na’vilerle arabuluculuk gerektiği için yeni bir teknoloji uygulamaya konur. İnsan DNA’sı ile Na’vi DNA’sı eşleştirilip, laboratuar ortamında melez canlılar yaratılır. Bu “bilinçsiz” bedenler, sadece kendi DNA’larına sahip olan insanlar tarafından “uzaktan kumanda” edilebilmektedir. Bu bedenlere, Hinduizme atıfla “Avatar” denir.

Filmin kahramanı Jake Sully, bacakları felçli eski bir asker olarak 2154 yılında Pandora’ya getirilir ve aslında bilimadamı olan ölmüş ikiz kardeşinin DNA’sından üretilmiş bir avatarın kontrolünü alır. Özel bir cihaz içinde uykuya dalarak uzaktan kumanda ettiği Avatar bedeninde bir tesadüf eseri Na’vilerle tanışmasını, Na’vi prensesine aşık olmasını ve Na’vi yaşamını her yönüyle öğrenmesini film boyunca izleriz.

Sonunda, Pandora’daki madencilik operasyonlarını yürüten RDA, Sully’nin aralarında olduğu, “diplomasiden” yana olan bilim kesminin amaca ulaşmakta yetersiz kaldığına hükmeder. Askeri yöntemin tezlerini kabul eden RDA, tüm zengin maden yataklarını zorla ele geçirmeye karar verir. Na’vilerin yaşadığı bölgeler bombalanır.

Na’vilerin umudunun tükendiği bir anda, artık kendisini onlardan biri olarak kabul ettirmiş bulunan Jake Sully sahneye çıkar. Kabileleri tek başına örgütler, insana ait üstün silah teknolojilerini öğretir ve Na’vilerin Tanrı bildiği “doğa ananın” da desteğiyle sömürgecileri Dünya’ya püskürtür.

* * *

Yönetmen Cameron, Avatar’ın “Irak savaşını ve mekanize savaşın insanlıkdışı doğasını eleştirdiğini” savunup ekliyor: “Belki de doğanın ve diğer canlıların üzerinde keyfimizi sürerken, biraz da düşünmeliyiz.”

Filmin temel konusunun “sömürgecilik” ve “biyoçeşitlilik” olduğu doğru. Ancak ben, ortalama bir sinema izleyicisinin, Cameron’ın verdiğini iddia ettiği mesajları almadığını düşünüyorum. Zira Avatar, ABD’nin bugün Obama Yönetimi ile birlikte yeniden estetize edilen “resmi söyleminin” dışında hiçbir şey söylemiyor.

Benzeri görülmemiş özel efektlere dayanan üç boyutlu muazzam görselliği bir kenara, defalarca yazıldığı gibi, Son Mohikan’dan Kurtlarla Dans’a dek uzanan onca eski filmin klişelerini tekrarlayan bir film Avatar.

Ama bu klişeler bilinçli olarak tekrarlanıyor, zira egemen ideolojiye ait söylem son 50 yıldır yalnızca biçimsel olarak değişti. Amerikan kültür endüstrisi, içeriğinin özünde aynı kalan bu söylemi yeniden üretip duruyor.

Avatar, milyarlarca insana aynı fantaziyi dayatıyor: Batılı, Beyaz, Hristiyan, orta sınıf erkeğin fantazisi...

İster “gizli ırkçı” deyin, ister açıkça “maço,” bu çarpık fantaziye dayanan ve filmin kasten zayıf bırakılmış senaryosundan çıkan siyasi mesajlar bence şunlar:

* Temel fantazi, Batılı beyazların tarihi suçluluk duygusuyla ilgili. Örneğin Kızılderililerin nasıl soykırıma uğratıldığı, Amerika’nın el değmemiş doğasının sanayileşmeyle mahvedildiği, vs...

* Pandora’daki “paralı askerler” acımasız. Özellikle de filmin kötü adamı, Albay Quaritch. İnsan gerçek dünyadaki Blackwater’ı düşünmeden edemiyor…

* Ama filmi, paralı askerlerin değil, Amerikalı bir “gazinin” bakış açısından izliyoruz. Üstelik Amerikan ordusu içinde, Michelle Rodriguez’in oynadığı kadın pilot karakteri gibi başka “iyilerin” de olduğunu ve sonunda bunların isteklerinin gerçekleştiği mesajı beynimize kazınıyor.

* Fakat iyi olmak bile, topluma içeriden muhalefet etmeye yetmiyor. Yâni Jake kendi içinde bulunduğu düzeni zorlamak yerine, çareyi ondan kaçmakta, “ötekine” sığınmakta ve sonunda “ötekini” dönüştürmekte buluyor.

* Kim mi öteki? Kızılderili, Amazon, Doğu Afrika ve Güneydoğu Asya yerlilerini andıran çeşitli motiflerden esinlenerek yaratılmış Na’viler. Zaten Na’vi karakterlerinin bilgisayar animasyonlarına aktarılması için kullanılan “gerçek” aktörlerin büyük bölümü siyah. Kızılderili kökenli bir aktör olarak Wes Studi de dikkat çekiyor.

* Yerli Na’vilere kendisini kabul ettiren beyaz, herhalde onlardan daha akıllı, daha tecrübeli ve daha cesur olduğu için liderliği eline alıp onları zafere taşıyor. Jake sonunda Na’vilerin tarihine ait bir hikâyeyi, kendi hikâyesi, daha doğrusu beyaz Amerikalıların hikâyesi haline getiriyor.

* Ama “kötü” beyazları kesin olarak bozguna uğratmak için bu da yeterli değil. Öyle ya, yerliler asla, hatta “iyi” bir beyazın liderliğinde bile yalnız başlarına “üstün” beyazları yenemezler. Bizzat Tanrı’nın kendileri lehine devreye girmesi, “ebabilleri” düşman üstüne salması şarttır.

* Yerliler, son teknoloji ürünü makineli tüfeklere karşı yay ve ok kullanmakta ve böyle böyle soykırıma uğramakta inatçı. Cameron’un sözde, sanayileşmeye karşı verdiği mesaj da işte bu. Hiç kimsenin inandırıcı bulmayacağı, ikiyüzlü bir mesaj: “Kendimizi savunamayacak duruma gelsek de doğaya dönmeliyiz.”

* Peki filme göre yerlilerin, insan ve doğaya dair “büyük” mesajı nedir? “Tüm canlılar arasında doğal bir enerji ağı var. Ağacı hisset.” Allahaşkına, bu nasıl bir yüzeysellik böyle? Bırakın birini doğal yaşama özendirmeyi, en hakiki New Age’cileri, ekolojistleri bile kendinden soğutur...

* Üstelik avcı-toplayıcı bu yerliler, eşitliğe dayalı “doğal” bir toplum düzeni de kurmamıştır. Bir kabile hiyerarşisi mevcuttur. Vezir konumundaki şaman bir kadın olsa da, başroldeki karakterin yaşadıklarından da anladığımız gibi bu da bir “erkek toplumudur.”

* * *

Sonuca bağlayalım:

Dolar milyarderi Cameron, mevcut düzene (tüketimci-kapitalist) karşı neredeyse “ideolojik eleştiri” içeren bir film yaptığı iddiasında. Oysa bu tür bir eleştirinin olmazsa olmaz şartı, mevcut düzendeki “tahakküm ilişkisini” ortaya koyması, dolayısıyla alternatif bir çözüm sunmasıdır.

Hâlbuki Avatar, ırkçılıktan erkek egemenliğine dek Batı kapitalizminin tüm sorunlarını “eleştirir gibi” yapıp meşrulaştırıyor. Dolayısıyla el altından yaptığı şey bir “ideoloji eleştirisi” değil, “ideolojik mistifikasyon.”

Üstelik içerikle verilen bu “çarpık bilinç”, biçimle de destekleniyor. Çünkü film, sözde eleştirdiği sanayi toplumu sayesinde elde edilen teknolojik imkânlardan güç alıyor. Bu haliyle, Amerikan “askeri eğlence kompleksinin” nadide bir parçası haline geliveriyor.

Film, bütün dünya kamuoyuna 150 yıl sonra bile ABD’nin gezegenleri sömürgeleştirecek kadar güçlü kalacağı gibi gayet emperyalist bir bilinçaltı mesaj verirken, kendi halkını da “siyasi gerçeklikten” uzaklaştırmayı başarıyor.

Filmdeki iki askerin, daha önce Nijerya ve Venezüela’da savaştıklarını söylediklerini, yani belki de Beyaz Saray’ın halkını gerçek dünyadaki yeni işgallere hazırlamaya sinemada başladığını belirtelim.

Ve Avatar’ı ABD’de izleyen Ekşi Sözlük’ten guru’nun şu gözlemiyle bitirelim:

“Hıncahınç dolu bir salonda, film başlamadan evvel reklam arasında, National Guard’ın (ABD ordusunun yedek birlikleri) eleman almak için yayınladığı ve “Our nation” (Ulusumuz), “I am not gonna fail” (Başarısızlığa uğramayacağım), “I will never accept defeat” (Yenilgiyi asla kabul etmeyeceğim), “God bless America” (Tanrı Amerika’yı kutsasın) gibi cümlelerle dolu tanıtım filmi gösterildi. Bu tanıtım filmi ile gaza gelen insanlar gördüm. Film, ABD’nin Irak serüvenine belki de en güzel göndermelerden birini yapıyordu. Bu parallellikleri kuramamak için ciddi anlamda gerizekalı ya da cahil olmak lazım. Aynı kişiler, filmin bitiminde, ‘insanlar’ gezegenden sürülüp Dünya’ya geri gönderilirken alkışlıyordu. Bu Amerikalılar aptal mı, cahil mi, bilemiyorum. Ama çocuk ruhlu oldukları ve çok kolay manipule edilebildikleri kesin.”