18 Aralık 2008

METRODAKİ KEMANCI-ALINTI

Bu yazı aslında bana gelen bir e.posta.Benim çok ilgimi çekti:) Çünkü bana her gün vapura bindiğim iskelede tambur çalan adamı hatırlattı. Hele havanın güzel olduğu o güzelim akşamlarda uzaktan gelen sesle mest olurum. Ama ne dinlemeye ne zevk almaya hiç vaktim yoktur. Sadece hoş bir ayrıntı olarak takılıp kalır aklıma. Nedense para vermekten de utanırım. Ne olursa olsun müzik aleti çalan ve benim hiç sahip olamadığım bu yeteneğin önüne para atıp tıngırdatmaktan, vereceğim bedelin az olacağını düşündüğümden, aklımdan geçeni veremeyişimden daha bir sürü nedenden dolayı başımı çevirmeden önünden geçer giderim. Nedense sokak sanatçısını izleyen o grubun içine katılamam.

Ama şu bir gerçek ki farkındalık önemli bir kavram.Neyi neden yaptığımızın farkında olmamız hem kendimizle daha barışık olmamızı hemde birilerinin peşinde kürek çekerken durup kendimizi dinlememize neden oluyor. Görmek ve bakmak gibi bir şey. Bakmak görmek değildir.Yürüdüğün yolda kafalarımızda tilkiler dolanıp dururken neleri görebiliyoruz acaba önümüzden geçip giden.

Daha özgür ve farkında gündelere.
------------------------------------------------------------------------------------------------

Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC'de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider.

Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder..

Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider.
Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.


Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.

Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell'in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston'da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...

Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell'in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde, uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...


Bu deneyden çıkarılacak kıssadan hisse ise, dünyanın en iyi müzisyeni, dünyadaki en iyi müziği çalarken, önünde durup, dinleyecek bir dakikamız dahi yoksa, başka neleri kaçırıyoruz acaba?

aşağıdaki adres izleyebilirsiniz

http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2007/04/04/AR2007040401721.html

FOTO:http://www.aaviolins.com.au/images/Scott-&-Guan-Viola-STA-850.jpg