15 Ocak 2007

PAZAR GÜNÜ PİKNİĞİ

Hafta sonu nefis bir hava vardı.Havanın nefis olması hepimizin moralini düzeltiyor olmasının yanı sıra aslında biraz da endişelendirmeli diyorum.Ocak ayının ortasında İzmir de yaşıyor olsak dahi 16-17 derecelere varan bir hava normal değil. Bu yazın çok sıcak ve kurak geçeceğinden endişeleniyorum. Yeni orman yangınlarının geriye kalan tek tük ormanlarımızı da yok edeceğinden korkuyorum.
Ama bu Pazar bu korkularımı kulak arkası ettim.Hava gerçekten çok güzeldi. Haftanın altı günü çalışan biri olarak kendimi dışarı atmalı oksijeni koklamalıydım. Oğlumu ve kendimi açık havada gezdirmeliydim. Annemi ve babamı da aklıma aniden esen bu gezmek fikriyle kandırıp yarım saat içinde piknik hazırlığımızı yaptık ve yola çıktık.Ancak yolda fikirler değişti ve kendimizi Çeşme deki yazlık evin kapısında buldum. Oğlum rahatça koşturabilmesinden kaynaklanan özgürlük duygusundan olsa gerek pek sever Çeşme’yi zaten.
Kendimi kıpır kıpır ve çok canlı hissediyordum. Mangalımız yanarken dolaşmaya çıktım.Bahçemiz yonca dolmuş. Sari papatyalar açmış.Hani utanmasalar gelincilkler başlarını uzatıverecek .Taşlar hafif yosunlanmış.Buram buram ot kokuyor deniz kokuyor etraf. Deniz çarşaf gibi.Şafağın deyimiyle çarşaf bili ama azıcık buruşmuş. Dün gece yağmur yağmış olsa gerek ve toprak kokuyor mis gibi.Bütün yaz boyunca uğultulu esen rüzgarımız bile güneşe kanmış barış ilan etmiş. Bahçedeki çam ağacında serçeler telaşlı telaşlı cıvıldaşıyorlar.Komşu bahçelerde dolaşmaya çıkıyoruz.Çoğu ev sahibi yok.Mülteciler gibi dalabiliriz mekanlara.Ama o da ne şurda bir radika tarlası var.Dalıyoruz radikalara topluyoruz.İlahi turp otu sen demi burdaydın. Şimdi seni kırmak olmaz. Birazcık senden de soframıza buyur etmeliyiz.Otlarımız toplayıp yıkayıp (arada çıkan tek tük minik canlılarıda öldürmüyoruz yaşamlarına devam etmeleri için geriye bahçeye salıyoruz onları) haşladıktan sonra ılık ılık soframıza buyur ediyoruz onları. Benim için çok zor olduğundan yeni haşlanmış otu taze taze sofraya ikran etmek ağzımın suları çoktan akmaya başladı bile. Ama lezzetlisi ve tercih edilenide o . Ilık ılık parlak yeşil iken sofraya getirmek zeytinyağını sıcakken dökeceksin ki üstüne onu içine hapsetsin harmanlansın.Off havada karada ölüm yok artık bize.
Hatırlıyorum da eskiden hep öyle yapılırdı.Kadınların şanslı olduğu ve doğal olarak çocuklarında şanslı olduğu zamanlardı o zamanlar.Hatta bizde zeytinyağlı yemeklere domates konmaz hoş karşılanmazdı. Zeytinyağının kokusunuda tadını da öldürür derler zeytinyağı. Hatta bazı etli yemeklere bile yakıştırılmazdı. Aynen Şevket-i bostan tarifimde olduğu gibi domates ve salça kullanılmaz beyaz yapılırdı. Ama şu bir gerçek ki yemek tarifleride tüm kültürler gibi yaşayan varlıklar aslında ve onlarda evrim geçiriyorlar. Değişiyorlar ve gelişiyorlar. Eski lezzetleri hatırlamak ve bilmek güzel. Ama insanlarla konuştukça tanıştıkça yeni lezzetleri tattıkça bunun anlamsız ve gereksiz olduğunu anladım. Bir zamanların en imkansız görülen ikilileri bir arada muhteşem olabiliyorlar. Bir söyleşide çok hoş bir söz söylenmişti sayın Sahrap Soysal : “Yemeğin milliyeti yoktur.”Kesinlikle aynı fikirdeyim. Yapılan yemeğin kökenini araştırmak hakikaten bana çok yapay geliyor ve günümüzün gittikçe hararetlenen milliyetçilik akımına da bağlıyorum. Popüler olan bir kavram biz farkında olamasak da hayatımızın her alanında ciddi değişiklere neden olabiliyor. Öncelikleri değiştirebiliyor. Önemli olan yediğin yemekle mutlu olabilmek bence.Ailenle güzel ve neşeli bir sofrada sohbetlerle yenen bir yemeğin hangi tarzda yapıldığının çok da önemli olmadığı tadının yerinde olarak sofrada kalmana yardımcı olmasının dışında.
Bu Pazar pikniğide böyle sofralardandı işte.Hızlıca yemek zorunda kalsak da iki saatlik bir sofra keyfi için İzmir’den kalkıp Çeşme’ye gelmiştik. Şarabımızı açmış kış (!) güneşinin tatlı rehavetiyle keyiflenivermiştik.Hayatın güzel olduğu zamanın keşke dursa , hep burda bu güneşin altında kalsak dediğimiz günlerden biriydi.
Yaşamın tadını olabildiğince çıkarmak lazım.Hayatın tadını daha ne kadar süre ile çıkarabileceğimiz hala daha insanoğlunun cevaplayamadığı sorulardan biriyken üstelik.
Umarım her pazarınız böyle umut dolu ve huzurlu geçer sizlerinde.

DEJA VU


Gösterim Tarihi: 5 Ocak 2007Yönetmen: Tony ScottOyuncular: Denzel Washington, Paula Patton, Val Kilmer , Jim Caviezel Senaryo: Bill Marsilii - Terry RossioMüzik: Harry-Gregson WilliamsGörüntü Yön: Paul CameronTür: Aksiyon/Bilim-Kurgu/FantastikSüre: 128 Dk.Yapım Yılı: 2006Ülke: ABDDağıtımcı: UIP Filmcilik

Film Katrina kasırgasının vurduğu New Orleans da geçiyor.BASIN STREET ve MARDI GRAS caz severlerin hemen kulaklarının kabarmasına neden olacakdır herhalde.Film quantum fiziği , solucan delikleri ile zaman ve mekan teorilerinden faydalanarak terör olayını çözmeye çalışan F.B.I uzmanlarına yardım eden bir A.T.F. uzmanı çevresinde örülmüş olaylar zincirinden ibaret.Her ne kadar bazı sahnelerde çok hızlı ve fazla bilimsel konuşunca kimsenin anlamayacağı düşünülerek hareket edilmiş hissine kapılsam da polisiye olarak film fena değildi..Kurgusu bana yeterli gelmedi ama DENZEL WASHINGTON oyunu kurtarmış. Bu arada Val Kilmer ı filmde kilo almış ve yaşlanmış görünce üzülmedim desem yalan olur. Ancak Filmde geçmişi gösteren gözlüklerle şimdiki zamanda geçmişteki kişiyi takip edilen sahne oldukça yaratıcı ve heyecanlı.
Zamana müdahale edilebilir mi yada müdahale ederken aslında gerçekten mi müdahale ediyoruz yoksa aslında bunlar zaten olacak mıydı sorularını film çıkışında arkadaşlarınızla tartışabilirsiniz.Zamana geri dönmek zaten insanların en zayıf noktalarından biridir.Bu noktayı yakalamakta film başarılı .Ancak bana sorarsanız seyredecek daha iyi bir film yoksa girin derim.

PRESTİJ


Scarlett Johansson, Christian Bale ve Hugh Jackman'nın rol aldığı illüzyon kumaşından örülmüş bir macera filmi.
Kurgusu ve oyunculuk oldukça iyi.Sınırlandırılamayan , önlenemeyen hırs ve kinin nelere yol açabileceğinin epik bir öyküsü de diyebiliriz.Oyunculuk ve senaryo oldukça güzel.Sonunda herkesi şaşrtacak bir süpriz finalle karşılaşıyoruz.
Tavsiye ederim.Mutlaka seyredin.

DAMLA ÇİKOLATLI KURABİYE


Bu kurabiyeyi figen in labneli poğaçasından esinlenerek uydurdum aslında.Ama benim oğlan pek sevdi.Özellikle ikramdan bir gün önce hazırlamanızı tavsiye ederim..

MALZEMELER

1 paket labne-oda sıcaklığında
1 paket tereyağı veya margarin-oda sıcaklığında
1 su bardağı toz şeker
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
½ su bardağı damla çikolata
1 yemek kaşığı muz aroması-istenirse
Aldığı kadar un (yaklaşık 2,5-3 su bardağı un)

HAZIRLANMASI

1. Labneyi ve tereyağını pürüzsüz bir kıvam alıp birbirlerine iyice karışıncaya kadar elinizle yoğurun
2. Toz şekeri ve vanilyayı ilave ederek yoğurmaya devam edin.
3. Unu,kabartma tozunu ve muz aromasını ilave edin.
4. Hamur kıvamına gelince damla çikolataları ilave edin ve çikolataları kırmamaya çalışarak hamura homojen bir şekilde dağılmasını sağlayın.
5. Fırın kağıdı yağlanmış bir tepsiye elinizle ceviz büyüklüğünde gelişi güzel parçalar atarak sıralayın.
6. Önceden 175 dereceye ısıtılmış fırında 15-20 dakika pişirin.

Afiyet olsun
Oylum ÖZMEN