30 Ekim 2008

KOKULAR



Onları biliriz ancak çoğunun farkında değilizdir. Girdiğimiz odadan hoşlanıp hoşlanmamaya tanıştığımız kişiyi sempatik veya itici bulmaya kadar etkiler bizi. Çoğumuz otobüslerin sıkışıklığında yanımızda dikilen adamın ter kokusundan rahatsız oluruz.

Bildiğimizi sandığımız ama aslında farkında olmadığımız o uçucu moleküller hakkında neler biliyoruz.

Bebeği anne ilk kucağına aldığında öpmeden önce içine çeker. Bıngıldağı başka gıdısı başka kokar. Huzur verir. Cennet kokar derler ama aslında anne rahminin kokusudur. Sonra bebecik gözlerini zorla açar bakar. Yirmi kişinin içinde olsa da henüz göremediğini bildiğimiz o yeni doğmuş bir damlacık şey tanır anneciğini. Yanınızda uyuyan eşinizin nefes sesiyle birlikte kokusu da rahatlatır.

Her şeyin kokusu vardır. Sinema salonlarının, kitapların, sınıfın, oturulan sıranın, yeni giysilerin yanı sıra acının ve yalnızlığın da. Hepsini sınıflandırır ve gerektiğinde kullanmak üzere beynimizin arşivine yerleştiririveririz. Bakmadan hissederiz ya odaya gireni, arkamızda duranı. Belki altıncı his denen şey kokuyla birlikte oynaşıyordur etrafımızda.

Örneğin ölümün kokusu var mıdır?


Ölümün olduğu, ölünün çıktığı evlerin farklı bir kokusu vardır. Hayır, aklınıza gelen o şeyden bahsetmiyorum. Anlatmak istediğim şey daha farklı ve daha derin. Bu ağır bir hüznün, yıkıcı bir acının ve gözyaşının kokusudur. Beklenmeyen bir ölümde veya çok sevilen birinin kaybında daha da ağırlaşır. Ölümün beklendiği evlerde, ilaç kokusunun altında hissedilir. Bu yoğun ve tatlımsı koku tene, giysilere yapışır yıkanmadan arıtamazsın. Oysa mutluluk yağmur ; huzur zeytinyağı, süt veya karamel kokuludur. Yaşlılık ise lavanta ile birlikte birazda ekşi yapıdadır.



Babaannemi kaybettiğimde, rutin işlemlerden biri olarak evini boşaltmaya gittiğimizde evin içinde dolaşmaya başladım. Eşyalar bile daha farklıydı bu defa. Yatak odasına girip de elbise dolabını açtığım zaman giysilerinden yükselen sabun ve babaannemin kendine özgü yaşlılık kokusu tokat gibi yüzüme çarpmıştı. Elbiselerine sarılıp bağırarak ağladığımda annem ve yengem beni sakinleştirmeye çalıştılar. Beni anladıklarını sanmıyorum. Çünkü ölümü anlayacak ve doğal kabul edecek kadar büyüktüm. Beni asıl yaralayan onun gittiğini bilmeme rağmen sanki yanı başımda salınıyormuşcasına hissettiğim kokusuydu. O ölmüştü ama kokusu o dolapta giysilerinin üzerinde asılı kalmıştı. Hazır olmadığım buydu. Kim hazır olabilir ki kaybettiği sevdiğinin yanında dikiliyormuşcasına kokusuyla irkilmeye. Bu tıpkı giden sevgilinin eşyalarından daha önce hiç almadığınız gibi kokusunu almaya benzer. Avaz avaz bağırır koltuk, minder ve gömlek “ben ona aitim”. Oğlunuzun boş odası hala o kokuyordur. Aslında hep bildiğiniz ama farkında olmadığınız kişiliklerinin gerçek giysileri salınır durur etrafta görüntüleri yok olduğunda dahi.

Oylum Özmen
15.08.2008-İzmir