01 Haziran 2007

ANNE VE BABA OKULU



İzmir’de Mili Eğitim Müdürlüğü’nün katkılarıyla Türkiye’de bir ilk gerçekleştirildi. Anne ve baba eğitim seminerleri.

Bu seminerler hakkında bir şeyler yazmak ve paylaşmak istedim ki bu tür seminerleri duyanlar mutlaka katılsın. Çünkü benim için çok özeldi. Çok eğiticiydi.

Bu noktada özellikle eğitmenlerimiz olan sayın Tamer Doğan ve sayın Nalan Alan başta olmak üzere bu organizasyonda emeği olan el koyan tüm çalışanlara teşekkür etmek istiyorum.

Seminerlerdeki tutumları, aydınlatıcı , ön açıcı müdahaleleri , temel çerçeveyi çizerek güzergahımızdaki yol göstericiliklerini büyük takdirle karşılıyorum. Okullarımızda eğitim veren öğretmenlerimizin ne kadar değerli olduğunu, el üstünde tutulması gereken , nitelik sahibi insanlara cocuklarımızı emanet ettiğimizi bizlere gösterdiler. İlkokula hazırlanan çocukların velileri olan bizler cok ama çok rahatladık ve güven duyduk okullarımıza, öğretmenlerimize eğitmenlerimizin kişiliklerinde.


Öncelikle bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Böylesi seminerleri düşünen, tasarlayan , hayata geçiren eğitimcilerimiz şunu bilmeliler ki çok önemli bir adım atıyorlar.

Toplumda ailelerin böylesi bir eğitim sürecine girmesi verilen eğitimin kalitesi de göz önüne alındığında gerçekten bir dönüşümün, toplumsal değişimin itici güçlerinden biri olamaya aday görünüyor .

Bu etkinlik neden olumlu yönde değişimin itici güçlerinden biri olmaya aday? Bunun nedenlerine baktığımızda öncelikle toplantıların formatı dikkat çekiyor.

Ben ve benimle birlikte bu eğitime katılan tüm arkadaşlarım bugüne kadar birçok toplantıya katıldık , gittik- oturduk , dinledik, belki bir iki soru sorduk. Karşımıza bir pano konuldu, üzerine şekiller çizildi, eğitimciler anlattılar biz dinledik. Kimi zaman ise ‘’kaçta bitecek acaba?’’ diye saatimize baktığımız sıkıcı toplantılar haline dönüştü bu etkinlikler.

İlk seminere girerken böyle rutin bir toplantı beklentisi vardı bizlerde.

Ama salona girdiğimizde ilk dikkatimizi çeken oturma biçimiydi. Bir çemberin kenarındaydı yerimiz, yüzümüz birbirimize dönük, önümüzde hiçbir engel olmadan tüm katılımclarla direkt iletişime geçebileceğimiz bir düzende oturuyorduk.

Eğitmenlerle ve arkadaşlarımızla aramızda masa , kürsü gibi engeller yoktu hepimiz eşittik, birbirimize açıktık .

Bu oturuş düzeni eğitmenlerimizin demokratik bir tutum göstererek, bir grup olarak aldığımız tüm kararlara kendilerinin de uyacağını söylemeleriyle çok daha özgür bir ortama dönüştü. Geçmiş pratiklerimizi burada öğrendiğimiz temel bilgilerle harmanlayarak güzel bir sohbete,dostlukla paylaşılan bir mekana dönüştürdük seminerleri.


Bu sıcak, paylaşımcı ortamda temel bilgiler , edinilen tecrübelerle biraya gelince aslında sadece kendimize aitmiş gibi görünen sorunların arkadaşlarımızın da başında olduğunu, bu tip problemleri herkesin yaşadığını anladık.

Farkındalık önemli bir kavram. Şu güzelim İzmir’de sahilde trafik ile boğuşurken, iş telası , evin sorunları ile cebelleşirken kafamızı kaldırıp ‘’Ya şu körfez, deniz,güneş,martılar ne güzel. Ne güzel bir şehirde yaşıyorum. Kartpostallarda görsem özenirim. Ama içinde yaşarken farkına varamıyorum’’ demektir farkındalık.

Gündelik yaşam içerisinde parça parça hissedilen, görülen ama bir araya getirilemeyen bir resmin birleşip insanı büyülemesi olarak ta tanımlamak mümkün farkındalığı.

Biz sıcak toplantılarımızda bilgi ve deneyimi paylaşmaya başladığımızda işte bunu hissettik.

Çocuklarımızla iletişimde kendimizi çok haklıymış gibi gördüğümüz davranışlarda yanlış olduğumuzu ya da vicdan azabı çekmemize neden olan davranışlarımızınsa aslında gerekli olduğunu, güven duygusunun oluşumunda disiplinin bize acı versede önemli ve gerekli olduğunu anladık.

Ve yine anladık ki çocuklarımıza daha iyi ana baba olmak için yola çıktığımız bu zeminde bunların da ötesinde iyi bir insan olmanın yöntemleri gizliymiş. Pratik yaşam içerisinde anlayabilme ve kendini ifade edebilme yetisi böylesi zeminlerle güçlendirilebiliyormuş.


Yaz kampları vardır. İnsanlar buralarda yorgunluklarını atar, eğlenir, çalışma ve ev hayatının tasalarından uzak kalırlar. Böylesi mekanlarda dostluklar çabuk gelişir ve kampın son günleri hüzünlüdür.Tatil bitmektedir,dostlar da ayrılmak zorundadır. Zor olur böylesi rahat ortamlardan ayrılış.

Biz de seminerlerin bitiş döneminde benzer duyguları yaşadık ancak bizim bir farkımız vardı. Gündüz işte çalışıyorduk, hatta bazı arkadaşlarımız izin alıp erken çıkarak bu toplantıya geliyordu. Yemek yiyemiyorduk gelmeden önce. Koşa koşa yetişiyorduk. Saat 19:30 da başlayan çalışmalarımız 23:00- 23:30 a kadar sürüyordu bir iki kuru pasta ve çay eşliğinde. Evde çocuklarımız olmasa bu saatten sonra bile devam etmek isteyenlerimiz vardı.

Ve bizler bu seminerin son gününde o tatilden dönenler kadar hüzünlüydük gerçekten de. Onlar tatilden dönerken hüzünleniyordu biz çalışmaktan ayrılırken.

Evet bu toplantılar amacına ulaştı , bizler bir şeyleri daha yerli yerine oturtarak ,daha sistemli düşünmesini öğrendik. Çevremizde bizim gibi insanların varlolduğunu anladık, onlarla dostluklar kurarak paylaşmanın önemini daha iyi kavradık.

Ben kendi adıma bu süreç içerisinde bir şey daha öğrendim. Oğlumun benimle dertleşebilmesini sağlayabiliyorsam.Sorunlarını ,dertlerini,sevinçlerini benimle paylaşabiliyorsa. Bana anlatabiliyorsa eğer oğlum, iyi bir ebeveyn oldum diyebileceğim.



Bu toplantılarda birtakım doğruların farkına varmam dostluk ve paylaşımlar sayesinde oldu. Ben de oğlumla dost olabildiğim takdirde doğrularımı paylaşabileceğim. Bu sayede ona bir şeyleri fark ettirebileceğim. Mutlaka bende fark edeceğim yeni yeni şeyleri.

Çocuklarımız; bizim ,ülkemizin, dünyamızın geleceğini oluşturacaklar; ve bizler kendimizi eğittikçe onları da eğitmiş olacağız.

Şairin dediği gibi:

’Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,

günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların.

Çocukların avuçlarında yeşerecekler.’’


T.Ö.