30 Mayıs 2007

KOLAY LİMONLU KEK



Ben bu uydurma işini çok sevdim.Üstelik bazen uydurma tarifler çok iyi sonuçlar veriyor.Ancak tek problem bunları unutmadan yazmak.Bu kek tarifide öyle.Çok kolay kafanızı yormayacak bir tarif.Üstelik unutmanızada imkan yok. Limon severler için de birebir.Islak bir kek bu.Çok serinletici bir tadı var.

Malzemeler

1 adet hazır limonlu kek karışımı
1 adet hazır limonlu puding
4 adet yumurta
1 su bardağı su
1/2 çay bardağı sıvı yağ

Hazırlanması

Hazır limonlu kek karışımını ve pudinginizi 4 adet yumurta , su ve yağ ilavesi ile çırpın. Yağlanmış kek kalıbına yerleştirip 175 ‘C. Önceden ısıtılmış fırında kekinizi pişirin.Kekiniz soğuduktan sonra kek kutusundan çıkan glazürle kekinizi süsleyebilir yada sadece üzerine pudra şekeri serpip servis yapabilirsiniz.
Eğer limonlu puding bulamadıysanız vanilyalı puding kullanabilirsiniz. Bu durumda limonlu glazürü isterseniz kek hamuruna ilave etmeniz mümkün. Ancak kelepçeli kalıp kullanmayın.

Afiyet Olsun

Oylum ÖZMEN

24 Mayıs 2007

ZEYTİNYAĞLI KABAK




Bu tarif sevgili Figen’in ‘’kabak muamma’’ tarifine benziyor.Ancak bizim evde yapılanı budur.Meze den daha çok yemek havası var.Çok lezzetli hafif mi hafif sıcak günlerde mideyi sıkıştırmadan zorlamadan yenebilecek çok lezzetli bir yemek. Arkadaki fotodakilerden biri benim.Diğer ikiside durmadan patakladığım kardeşlerim:))

MALZEMESİ

½ kg kabak
2 adet havuç
4-5 adet taze soğan
1 kahve fincanı pirinç
1 tepeleme dolu tatlı kaşığı pirinç
½ demet dereotu (istenirse)
zeytinyağı
tuz
2-3 küp şeker

HAZIRLANMASI

1. Taze soğanlar ince kıyılır.havuçlar rendelenir.zeytinyağında sotelenir.
2. Kazınıp yıkanmış ve incecik dilimlenmiş kabak, pirinç, nane, tuz, şeker konur.
3. Kabaklarla aynı hizaya kadar su ilave edilerek ağır ateşte pişirilir.,
4. Sıcak yada soğuk olarak servis edilir.

Afiyet olsun

OYLUM ÖZMEN

19 Mayıs 2007

HEPSİ BENİM KURABİYESİ


Geçen akşam eve geldim. Şafak keyifsiz bir şekilde televizyonun karşısında oturuyordu.Hastalığının da etkisiyle iyice keyifsizleşti bugünlerde. Kedi gibi yanıma sokuldu. Bende onu çok özlemiştim. Biraz öpüşüp koklaştıktan sonra bön bön oturup çizgi film seyredeceğime :

“Şafak hadi gel seninle kurabiye yapalım ister misin?’’

diye sordum. Aslında bu kadar hararetli bir tepki beklemiyordum.Yerinden nasıl fırladığını görmeliydiniz.

"Tamam anne, ben sandalyeyi çekeyim”

diyerek hemen mutfağa koşturdu. Sandalye çekmek kurabiye yapımının hangi aşamasında yer alıyor diye merak edenlere ufak bir bilgi sunayım. Henüz dört buçuk yaşına doldurmamış olan küçük beyimizin mutfak tezgahına yetişebilmesi ve üzerinde çalışabilmesi bu sayede oluyor. Yani sandalye çekmek eylemin anında başlaması demek. Anlaşıldığı üzere sandalye çoktan yerine çekildiğinden üzerimi değiştirmem ve malzemeleri hazırlamam için zor sabretti.

“Hadi anne çabuk ol anne”

nidalarıyla tam anlamıyla eteğime yapıştı.O kadar heyecanlıydı ki nerden çıkardım ben bu kurabiye işini akşam akşam şeklinde aklımdan geçirmedim dersem yalan olur ve açıkçası itiraf edeyim o kurabiyeleri herhalde çöpe atarım diye düşündüm. Oysa oğluş beni yanılttı ve aslında ona büyük haksızlık ettiğimi ispatladı.Tüm malzemeleri benimle birlikte hazırladı. Hamuru da yoğuracaktı ; neyse ikna ettim de vazgeçti. Böylece kurabiyelerin yenilebilirlik oranı arttı.

O minnacık pufuduk yumuşacık elleriyle kurabiyeleri öyle büyük bir sabır ve dikkatle kalıpla kesti ki görülmeye değerdi. Bende hem yaparken hem de bu esnadaki muhabbetimizden büyük keyif aldım. Birlikte şarkılar söyledik.Hatta arada çoşup avazımız çıktığı kadar bağırıp

“there is dog in the house woof woof ”

şarkısıyla komşulara da minik bir konser verdik. Okuldaki arkadaşlarının dedikodusunu yaptık! Çok güzel ve tatlı bir akşamdı. Bundan sonra tüm kurabiyeleri artık oğlumla birlikte yapmayı düşünüyorum. Bunlar bugüne kadar yediğim en güzel kurabiyelerdi. Mutlaka oğlunuz veya kızınızla bunu deneyin. Tepsileri fırına koyduktan sonra fırının başında ayrılmadı ve

“anneee kocaman oldular bak baaak”



diyerek heyecanla başında bekledi.Burnunu fırının camına yapıştıracak diye bende korkudan onun başından ayrılamadım.Tepsiler fırından çıktıktan sonra da tepsilere elini yapıştırmasın diye defalarca uyarmak zorunda kaldım.Ürünlerimiz ılımaya başlayınca hemen tabağa koyduk ve babaannemizin yanına gittik. Büyük bir gururla eserlerini gösterdi ama tatmasına izin vermeyip ;

“bunların hepsi benim”

diye dudaklarını uzata uzata söyleyerek kararlılığını belirtip tadına bile baktırmadan kurabiyeleri aynen geri getirdik. Eve gelir gelmez de koltuğa oturdu ve büyük bir afiyetle hepsini yedi. Bende o keyfi hem fotoğrafladım hem de nefis bir tatmin duygusu yaşadım.Aman ne iyi akıl etmişimde oğlumla kurabiye yapmışım. Ooooh afiyet olsun.

Aslında gerçek adı bu kurabiyelerin BAYATLAMAYAN KURABİYE . Ama bundan sonra bizim evde adı HEPSİ BENİM KURABİYESİ olarak anılacak.Tüm ilgililere duyurulur

Eski adından da anlaşıldığı gibi zor bayatlayan bir kurabiye bu.Tabii bayatlayacak kadar evde dayanırsa. Tüm ‘’butter cookies’’ olarak anılan kurabiyeler gibi de çok lezzetli.


Malzemeler

4 bardak un
1 bardak pudra şekeri
1 paket tereyağı veya margarin
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
2 adet yumurta
1 paket toz şeker

Hazırlanması

Un, pudra şekeri, vanilya, kabartma tozu karıştırın.Yumuşamış margarin veya tereyağını bıçakla unlu karışımın içinde bulgur kadar küçülünceye kadar kıyın.2 adet yumurta ile hamurunuz pürüzsüz kıvama gelinceye kadar yoğurun.Dilerseniz gıda boyası ile renklendirebilirsiniz.Kurabiye hamurunu elinizle veya kalıpla şekillendirdikten sonra önce şekere bastırıp tepsiye aktarın.175’C lık fırında 15- 20 dakika pişirin.Fırını önceden ısıtmayın. Renginin koyulaşmasını beklemeyin. Tüm yağlı kurabiyeler gibi çok çabuk pişer.

Afiyet olsun
Oylum Özmen

15 Mayıs 2007

13.05.2007//Acemi Gazeteci İş başında














Cuma günü Kordon da buluştuk üniversiteden arkadaşlarımızla .Hepimiz birbirimizin içini dışını biliyoruz.Pazar günü yapılacak olan mitinge katılanacak mı sorusunun ardından ve biraz sertleşen bir siyasi tartışmadan sonra yapmayın arkadaşlar geyiğe devam dedik. Topçuda güzel bir çorba ve incir tatlısıyla bitirdik geceyi. Nefis hava, portakal ve ıhlamur çiçeklerinin kokusu başımızı döndürüyordu. (Biralardan ve yediğimiz kazıktan da dönüyordu biraz da başımız olsun çok keyifliydik. )
***

Pazar günü de mitingdeydim.Erkenden gittim.Deniz kıyısına kuruldum.Denizden gelecek olan tekneleri bekliyordum.
***
Gazeteciliğe merak sardım bu yaşta ki, eyvahlar olsun çaylak gazeteci fotoğraf makinasını evde unutmuş. Bu nedenle gazetelerden derledim fotoğrafları. Cep telefonları ile çekilenler pek bir başarısızdı çünkü. Ama bu arada gördüklerimi de mümkün olduğunca yorumlamadan yazacağım.
***
Saat onda meydan doldu içime fenalıklar basmaya güneş tepemde boza pişirmeye başladı. Ama ilk pankartı gördüğümde kahkayı bastım

***

“Shake it up şekerim”

Ardından bir tane daha

“ babamı aldım geldim..anladın sen onu”

yanda üniversiteliler bir çocuk oyunu oynuyordu:

“Tayyip pabucu yarım al ananı da oynayalım.”

Öte yanda ise bir teyze baktım ellerini açmış dua ediyor. Ne yapıyor diye merak ettim. Edalı bir şekilde göz kırparak

“ruhuna fatiha okudum dedi”

Herkes gülüyordu. Yorulanların elinden omuzdaşı çocuğunu alıyor. Kumrular ve midyeler lüpleniyordu. Sonra denize dökelim denize dökelim diye bağırdılar. Arkalardan biri itiraz etti :

“olmazz biz çevreciyiz deniz kirlenir”
****
Dikkat çeken diğer pankartlarda şunlardı :

Gavur mu demiştiniz? Hamdolsun Müslümanız.

Tanıştırayım Tayyip Bey burası gavur İzmir

Başbakanlık yan gelip satma yeri değildir

Filmin adı: Ampul patladı. Oyuncular: R.T.E, A.G, B.A

Kubilay: Laiklik=Gavur İzmir

Sen benim kardeşime kelle diyemezsin R.T.E

Aradığınız Başbakan geçici olarak servis dışıdır. 21 Temmuz’da tekrar deneyin.

Gavur İzmir değil gavurun denize döküldüğü İzmir

Tayyip baktın mı kaç kişiyiz saydın mı

Türkiye’yi sattığın için/demokrasiyi kullandığın için/geleceğimizi kararttığın için/ inancı yozlaştırdığın için/ seni Allah’a havale ediyorum

Anamı evde bıraktım babamla geldim. Eeee... Şimdi ne olacak? Anladın sen onu :)
***

Tekneler kız gibi süslenmişti. Delikanlılar ve genç kızlar çoşkuyla gaza gelmiş hem slogan atıyor hem de yaramazlık yapıyorlardı.Miting değilde sanki bahar festivali falan vardı. Çatılarda ki keskin nişancılar işin ciddi olduğunu unutturmuyordu tabii. Ama gene de kamerayla çekim yapan polislere ellerini burnuna koyarak nanik yapanlarda az değildi.
***
Kaç kişiydi bilemem.Bence çok kalabalıktı.Bir kıstas olacaksa eğer eşim hafta sonları hınca hınç kalabalık olan Turkuaz ve Agora'da ise bir kişinin bile bulunmadığını nerdeyse bütün İzmir'in mitingde olduğunu söyledi.
***

Evet aslında İzmir’in çok kesin bir siyasi duruşu yoktur. Dalgacıdır. Cem Uzan a da oy verirken al sana yapmış ve hemde "ay niye vermiyeyim ayol hem genç hem yakışıklı daha ne olsun" demiştir Ayşe hanım teyze çapkınca (bu gerçek).
***

Tanıdığım ne kadar yerli ailesi varsa İzmir’in eee ne var bunda yalan değilde biz bununla hep gurur duyduk zaten dedi. İzmir’ i İzmir yapan biraz da budur zaten.
***

Diğer yorumlardan bazıları okumak için burayı ve burayı bir zahmet burayı da tıklayın.
****

İzmir bir prensestir" diye yazmış Victor Hugo...Öyledir. Hâlâ öyledir. O yüzden aklı bir karış havada tatlı tatlı uçmaktadır İzmir; siyaset hep biraz aşağıda kalır. Şair :
"İzmir'in denizi kız, kızı deniz
Sokakları hem kız
hem deniz kokar"
demiş ya, İzmirlilerin burnu hassastır o yüzden; siyasetin kötü kokularıyla hayatın güzel kokularını ayırt etmeyi bilir. Ve on yıllardır siyasal iktidarlardan ciddi destek görememesine karşın hâlâ "Ege'nin incisi"dir.
Ya İzmirli? O da her sıkıntıda istiridye gibi içine kapanıp karanlığa gömülmeye yatkın bir toplumun içinde inci gibi parıldar. Kavgacı değil dalgacıdır İzmir... Ortalık her gün ciddi
çatışma-bölünme kıvılcımlarının ateşini söndürmeye çalışırken o hâlâ "35 mi 35 buçuk mu?"ya takılmış gönlünü eylemektedir.
Terbiyesiz değil ama yaramazdır İzmir. Heyecanı ve heyecan yaratmayı sever; o yüzden Cem Uzan'ın Genç Parti'sine ülke barajının çok üstünde oy vermiştir. Korkak değil keyifçidir İzmir. O yüzden ne İstanbul'un gündelik hayat şiddetine ne de Ankara'nın bürokratik direktiflerine geçit verir.
Kim demiş İzmir gavurdur diye? Ömrü upuzun ve alabildigine renkli bir şehirdir. Neden bozkır kasabaları gibi tek bir hikâyesi olsun! Hatta bu renkli yelpazede neden İzmirli İsmail Hakkı'dan Kestane Pazarı'na kadar onca şey unutulsun! Hayır, İzmir gavur değildir ama 72 milletle dosttur.
Ben de biraz uzaktan, biraz yakından gözleye gözleye anladım ki İzmir'in özel ve güzel özelliklerine bakarak onu "solun kalesi" olarak değerlendirip yan gelip yatan sosyal demokratlar da, yakışıksız yakıştırmalara gönderme yaparak oy isteyen muhafazakârlar da şu konuda yanılıyor. Bu şehirden aslında her partiye oy ve iktidar çıkar. Ama içinde sevinç barındırmayan sevgilere; dostluk kisvesi altında hesapçı alışverişlere "iş" çıkmaz...
Şimdi İstanbul Mecidiyeköy'de oturmuş, soğuk, puslu bir İstanbul öğle sonrasında bunları yazıyorum. Önümdeki ekrana Başbakan'ın dünkü gafı üzerine İzmir'deki diğer partilerin
temsilcilerinin tepki konuşmaları düşüyor sürekli...Onların lafları da nasıl cafcaflı! Hepsi fırsat bu fırsat "malı götürme" hevesiyle öyle tepkisel laflar ediyorlar ki, her biri ayrı ayrı gaf sayılabilir.
Halbuki kulağıma uzaktan uzağa Kordon'dan bir kahkaha geliveriyor sanki! Karşıyaka iskelesinin oralarda biri, içine limon sıktığı midye dolmasını bir çırpıda ağzına attıktan sonra bıyıkaltı gülümsüyor. Bornova'da üniversiteye yakın bir kahvenin garsonu bir yandan televizyondaki haberlere bakıyor bir yandan da yamuk duran sandalyeleri gacırdatarak düzeltiyor. Hepsinin de içinden tek bir laf geçiyor, eminim:
"Atma be Recep, din kardeşiyiz!"
Haşmet Babaoğlu - Vatan gazetesi -

09 Mayıs 2007

ANNELER GÜNÜ

Anneler günü için neler yazacağımı çok düşündüm aslında.Bir çok defa yazdım ve sildim.Ama her seferinde yazılmamış yeni bir şey üretemediğimi farkettim..Tüm evlatların annesine olan sevgisi elbette o kadar çok ifade edilmişti ki hemen hemen hepsi birbirne benziyordu.Sadece şunu söyleyeceğim anneler günü için;


DİLERİM Kİ; DÜNYA ÜZERİNDEKİ TÜM ANNELER AÇLIK, SAVAŞ, HASTALIK KORKUSU OLMADAN YAVRUSU İLE BUGÜNÜ DOYASIYA YAŞARLAR.

***

DİLERİM Kİ ; DÜNYA ÜZERİNDEKİ TÜM ANNELER YAVRULARINA DOYASIYA KORKUSUZ SARILABİLİRLER.
***
DİLERİM Kİ ; HİÇ BİR ANNE EVLAT ACISI YAŞAMASIN .
***
BU GÜNDE NE ANNELER NE DE ÇOCUKLAR AĞLAMASIN.
***
ARTIK ANNELER DE ÇOCUKLAR DA ÖLDÜRÜLMESİN.
***
DÜNYADA YAŞAYAN HERKESİN BİR ZAMANLAR BEBEK OLDUĞUNU VE ONU CANI KADAR ÇOK SEVEN BİR ANNESİ OLDUĞUNU HERKES HATIRLASIN
Oylum Özmen

ANNELER GÜNÜ HİKAYESİ


İlk anneler günü kutlamaları aslında antik yunanistan da Rhea (Tanrıların annesi) şerefine yapılan kutlamalara kadar uzanmaktadır.

1600 lü yıllarda İngiltere de Paskalya’yı takip eden 40. günde “Mothering Sunday” Anne Pazarı denen kutlamalar yapılırdı. O dönemlerde hizmetkarlar ve işçiler genelikle evlerinden uzaklarda çalıştıkları çiftliklerde kalırdı. İşte bu günlerde tüm işçiler tatil yapar ve evlerine annelerinin yanına giderlerdi. İşte o günlerde bu kutlamaya özel ve bugüne bayram tadı vermek için “ Anne Keki ” denen tatlı yapılırdı.

İngiltere’de anneler günü bu tarihte kutlanmaya devam etmektedir.

Avrupa’da hıristiyanlığın yayılması ile yapılan şamanist kutlamalar “Mother Church” adı aldı. Bu gün kiliselerde annelere hayat bahşetmesi ve kötülüklerden koruması için Tanrı'ya dua edilerek geçirilirdi.

Amerika Birleşik Devletleri’nde ise ilk anneler günü kutlaması fikri 1872 yılında Julia Ward Howe barış günü olarak adlandırılan günü anneler günü olarak adlandırdı ve her yıl organizasyonlar yaparak bu uygulamaya devam etti..

1907 yılında Philadelphia’lı Ana Jarvis, Howe’ın fikrinde esinlenerek ulusal bir anneler günü kutlaması için bir kampanya başlattı.Bu kampanyaya başladığı yıl annesini kaybettiği ikinci yıldı ve tarih olarak annesinin ölüm yıldönümü olan mayıs ayının ikinci pazarını seçmişti. Bir sonraki yıl Philadelphia’ da anneler günü kutlaması bu günde yapıldı.

Ancak Jarvis kampanyasını genişletmek için durmadı ve bakanlara, işadamlarına ve politikacılara ulusal anneler günü kutlaması yapılması için mektuplar yazmaya devam etti. Çalışmasının karşılığını 1911 yılında aldı ve tüm A.B.D. de anneler günü kutlandı.O dönemin başkanı 1914 yılında bir bildiri yayınlayarak her yılın mayıs ayının ikinci pazarı2 nı Anneler Günü olarak kabul etti ve bugünü ulusal tatil günü olarak ilan etti.
Türkiye'de de anneler günü bu tarihte kutlanmaktadır.

Bir çok ülkede anneler günü kutlanmaktadır. Ancak bu kutlamalar yıl boyunca farklı tarihlerde yapılmaktadır. İşte bu tarihler aşağıda;

Second Sunday in February :Norway
Shevat 30 (falls anywhere between January 30 and March 1):Israel

March 3:Georgia

March 8:Afghanistan, Algeria,Armenia, Bosnia and Herzegovina, Laos, Serbia, Montenegro, Macedonia, Albania, Bulgaria,China, Romania, Slovenia, Belarus, Ukraine, Vietnam* Russia*. This is officially termed International Women's Day * In Hanoi, Vietnam, as well as Russia it is observed as International Womens Day, not specifically Mothers day.

Fourth Sunday in Lent (Mothering Sunday - March 18 in 2007): Ireland, United Kingdom, Nigeria

March 21 (first day of spring):Saudi Arabia, Bahrain, Egypt, Lebanon, Syria, Palestinian Territories, Qatar, Jordan, Iraq, Kuwait, Sudan,United Arab Emirates, Yemen

April 20:Armenia
First Sunday in May:Hungary, Lithuania, Portugal, Spain

May 8:South Korea, Albania (Parents' Day)

May 10:Mexico

May 10:much of South America, El Salvador, Guatemala, Oman, Pakistan

Second Sunday in Maysee: Mother's Day (United States)
Anguilla, Aruba, Australia, Austria, Bahamas, Barbados, Bangladesh, Belgium, Belize, Bermuda, Bonaire, Brazil, Brunei, Canada, Chile, Colombia, Cuba, Croatia, Curaçao, Czech Republic, Denmark, Ecuador, Estonia, Finland, Germany, Greece, Grenada, Honduras, Hong Kong, Iceland, India, Italy, Jamaica, Japan, Latvia, Malta, Malaysia, The Netherlands, New Zealand, Peru, Philippines, Puerto Rico, Singapore, Slovakia, South Africa, St. Lucia, Suriname, Switzerland, Taiwan, Trinidad and Tobago, Turkey, United States, Uruguay, Venezuela, Zimbabwe

May 26:Poland

May 27:Bolivia

last Sunday in May: France (except if it coincides with Pentecost day, in which case Mother's Day will be shifted to the first Sunday of June), Dominican Republic, Haiti, Sweden, Morocco

May 30:Nicaragua

August 12:Thailand (the birthday of Queen Sirikit Kitiyakara)

August 15 (Assumption Day):Antwerp (Belgium), Costa Rica

second or third Sunday in October:Argentina (Día de la Madre)

Second Monday in October:Malawi

Last Sunday of November:Russia

December 8:Panama

December 22:Indonesia

20th Jumada al-thani (also called Women's Day):Iran and other Muslim sects, especially Shias. The date is the (disputed) birthday of Fatima Zahra. The Islamic calendar is lunar so it cycles relative to the Western calendar.

07 Mayıs 2007

TERABİTHİA KÖPRÜSÜ

Aynı isimli kitabından uyarlama ve okumadıysanız büyük kayıp..Öncelikle ödüllü kitabını okumanızı tavsiye ederim.

Okulun ilk günü.Jess Aarons ilkokulunun en hızlı koşan çocuğudur.Ama bu biraz sonra değişecektir.
Ailesi kalabalık bir ailedir ve geçimlerini oldukça zor sağlamaktadırlar. Dört kızkardeşi vardır. Anne ve babası devamlı hesap yapmaktadırlar.Filmi izlerken babasının ilgisini çekemeyen Jess’in yalnızlığını hissedersiniz.

May bell Jess in küçük kız kardeşidir ve ağabeysine kelimenin tam anlamıyla hayrandır.Onun yanından hiç ayrılmaz.

Bu sene ki okul yarışlarına Jess ablasının pembe ayakkabıları ile katılmaktadır.Her ne kadar boyasa da gene de farkedilir giydiği kız ayakkabıları , pes etmez ve yarışlara katılır.



Ama okula yeni gelen Leslie Burke adlı bir kız (AnnaSophia Robb-Çarli’nin Çikolata Fabrikasında şu sakız çiğneme şampiyonu) sadece erkek çocukların girdiği yarışa katılır ve Jess dahil tüm öğrencileri geride bırakarak birinci olur.

Ancak, Jess in asıl önemli özelliği hızlı koşması değildir. Bu içine kapanık çocuk çok güzel resim yapmaktadır.

Jess başlangıçta yeni gelen sarışın kıza büyük kızgınlık duyar. Oysa Leslie' de kendisi gibidir. Resim yapamaz ama çok geniş bir hayal dünyası vardır.Yalnızdır o da.

Bir gün bir hayal kurarlar ve gizli ülkeleri olan Terabithia’ yı keşfederler. Ülkenin Kral ve kraliçesi olurlar. O gizli ormanda tuhaf yaratıklar dev troller kötü kral için savaşan silahlı sincaplar vardır. Aynı zamanda hazinelerini saklayabilecekleri kırık dökük bir ağaç evi.


Evlerinin yanındaki derenin öte yanında bambaşka bir dünya vardır onlar için. Okul dönüşü çantalarını yola fırlatıp yeni maceralar yaşamaya ülkelerine koştururlar.

Bu iki genç oyuncunun başarılarının yanısıra film doğaçlama türünde çekilmiş ve oldukça dikkat çekici diyaloglar var.Çocukluk hayallerinin hayata neler kattığını yaşamları ne kadar zenginleştirdiğini görüyorsunuz.

Izlemenizi tavsiye ederim.

Yönetmen:Gabor Csupo

Oyuncular: Josh Hutcherson, AnnaSophia Robb, Zooey Deschanel, Robert PatrickSenaryo: Jeff Stockwell - David PatersonMüzik: Aaron Zigman

Görüntü Yön: Michael Chapman

Tür: Doğaçlama

Süre: 95 Dk.Yapım Yılı: 2007Ülke: ABDDağıtımcı: UIP
http://disney.go.com/disneypictures/terabithia


HIDRELLEZ


Çocukluğumdan beri Mayıs ayını çok severim.Mayıs ayında her şey daha belirgindir bir kere.Yaz gelmiştir. Okullar tatile girmek üzeredir. Nisan da başlayan doğanın doğumu bitmiş , nur topu gibi bir yazı kucağımıza almışızdır.

Hıdrellez vardır en önemlisi.

Çocukken sokak sokak dolaşır tahtaları toplar ve hıdrellez akşamı ateşler yakardık. Şimdi olduğu gibi tek tük değil her sokakta yanardı kocaman ateşler.Bazen abartılır, inşaatlardan kalaslar yada eski kamyon lastikleri de bu şenliğe ilave edilirdi.

Yakılan dev ateşlerin içinden atlamadan önce saçlarımı sıkı sıkı örer pantolonumu giyer sokağa fırlardım.Aman ne heyecandı o öyle. Akşamın olmasını nasıl sabırsızlıkla beklerdim. Nabzımı kontrol eden birileri olsa panik olabilirdi. Kalbim kulaklarımdan fırlayacak gibiydi.

Anneannemim deyimiyle “ erkek fatma” olarak adlandırılsamda aslında her hıdrellezde benim için özel olan birileri olurdu. Sanırım büyüklerde bunun farkındaydı bunun ki geceleri saklambaç oyununa(!) katılmama pek izin vermezlerdi. Erkek çocukları beni neden beğenirlerdi bilmem. İnsanı rahatsız edecek derecede çırpı gibi çok zayıf bir çocukluk ve gençkızlık geçirdim.

Ama korkusuz ve gözü kara olduğum sokak kavgalarına karıştığım oğlanlarla birlikte uçurtma uçurup kavboyculuk oynadığım da bir gerçek. Hep o öbür kızlara benzemez derlerdi.Gizli gizli apartman kömürlüklerinde sigara içildiğinde kimseye söylemez diye güvenilen mahallenin yegane erkek fatması bendim. Gene de kayrılırdım oğlan çocukları tarafından.Hem güvenilmek hemde korunmak güzeldi. Etrafımda birilerinin olmadığı dönem hiç geçirmedim. Hem çok büyük keyif alırdım hem de sıkılırdım.

Neyse gelelim konumuza hıdrellez ateşleri yakılırdı. Mutlaka ve mutlaka içinden atlanırdı. Sabaha kadar eğlencemiz sürerdi. Duman kokusuyla tatlanan yıldızlı gecelerde yapılan eğlencelerin tadı hala damağımda.

Biraz aklım ermeye başlayınca da diğer ritüelleri farkettim.Gül ağacına dilekler asılır, evlerin balkonlarına çakıl taşlarından ev araba resimleri yapılırdı. Mutlaka deniz kıyısına inilir, gençlerin taşkınlıklarından sakınılmaya çalışılırdı.Yeşilliği bol olan yerlerde gezilirdi, Hızır ve İlyas ın bir ağacın altında buluştuğuna inanılır çünkü. Hıdrellez gecesi evlerin bir pencereleri açık bırakılırdı. Hızır girsin de içeri evimize bereket yağsın diye. Hıdrellez sabahı erkenden kalkılır evde kalmış genç kızların başında asma kilit açılır yada evin balkonuna kırmızı bir kumaş parçası asılırdı.Kızcağız bir koca bulursada evdekiler büyük bir ohhh çeker sattık kızı sonunda diye rahatlayıp, balkonda aylardır asılı duran kumaş sonunda büyük bir keyifle içeri alınırdı. Oldum olası bunlara bayılan bir insan olduğumdan büyük bir huşu içinde izlerdim yapılanları.

Bu sene de yakılmıştı ateşler.Yasak söylentilerine rağmen.İnsanlar gene sahilde bir ordu gibi geziniyordu.Ama eski çoşku daha yoktu sanki.Ancak her şeye rağmen oğlumu atlatabileceğim gibi bir ateş buldum ve ateşin içinden sıyrılmasını izledim.Dayanamadım bende atladım.

Oysa farkettiğim şu oldu bu yıl; ben ne kadar istemesemde içimde ki çocuk çoktan öldürülmüş. Acı içinde sabaha kadar oturdum.Türkan Şoray ın sabaha karşı oynayan benimki gibi ruhu örselenmiş insanların izlediğini düşündüğüm “Aşk Mabudesi” isimli filmini gözyaşları içinde seyrettim. Bir zamanlar Türk filmlerini izlerken ağladığı için babaanneme gülerdim. Şimdi anladım ki o filme veya filmdeki aşka ağlamıyormuş. O kendine ağlarmış yaşadıklarına, yaşayamadıklarına ve anlatamadıklarına.

Balkonda bir sigara yaktım ve Güneş doğarken eğlenceden dönen insanları izledim.Çok uzak geldiler bana o akşam. Sanki ayrı bir gezegende yaşıyorduk.Özenmedim bile kahkahalarına. Sonra da bu duygudan da rahatsız oldum.Gözyaşları içinde uykuya daldığımda bu güzelim mayıs gecesinde balkon kapısını kapattığımı düşünüp mutsuz ve rüyasız bir uykuya daldım.

Hızır’ ı bu sene evime sokmadım ben.

03 Mayıs 2007

PİKNİK ZAMANI


Sonunda geldi işte. Sonunda bahar geldi. Gerçi bilen bilir İzmir de zaten doğru dürüst ilkbahar yaşanmaz. Aslında şöyle mi demeliyim yoksa; İzmirde kışın hükmü çatlasa bir aydır. O da olursa şubat sonu mart başıdır. Geri kalanı sonbahar ve yaz.

Neyse itirazlara kulaklarımı tıkıyorum. Konum mevsimsel değişiklikler falan değil.İçimde başlayan kıpırtılarla ilgili. Hava güzel. İnsanlar mutlu. Aşıklar serilmişler kordonda çimenlerin üzerine öpüşüyorlar. Akşamları koşturarak çıkıyorum bürodan. Sabahları da bir türlü uyanasım gelmiyor.Hafta sonlarını ise iple çekiyorum.

Bu hafta sonuda yapmalıyım; evet, bu hafta sonuda pikniğe gitmeliyim.Şerbet gibi havayı içime çekmeli, imbatı ve güneşin altında “kevkilip” sızmayı depolamalıyım.Çok değil mayısın ortalarında başlar terlememek için ağır yürümeye çalışmaklar.Durduğun yerde saçlarının arasında incecik akan terler. Ama şu anda bunların hiç birinin önemi yok. Şimdi piknik zamanı.

Aslında çocuklukta yapılan herşeyin tadı bir başka oluyor.En azından o zamanlar birilerinin beslenmesini düşünmek yada terleyip terlemediğini kontrol etmek zorunda değildim.
Olsun piknikler genede çok güzel.

Güneş ışığında çillerim isyan bayrağını kaldırarak iri dev lekelere dönüşsede umurumda değil.Ben papatyaların arasında arı vızıltılarıyla yada bir zeytin ağacının gölgesinde yüzyıllık hikayeleri dinleyerek uyumalıyım. Akşam eve döndüğümde temiz havadan hafif sarhoş olmalıyım.

Bu hafta sonu pikniğe gitmeliyim. Mangalda köfteler baştan çıkarırcasına cızırdar ve kokarken bir yandan şarabımı yudumlamalı bir nefeste sigaramdan çekmeliyim. Hiç bir şey düşünmemeliyim muhabbetten ve karnımı doyurmaktan başka. Sonra uçurtma uçurmalıyım. Fransızcayı hatırlatan boğuk ve derinden gelen heyecan verici hışırtısıyla kulağımda şarkılar söylemeli. Papatyalardan taç yapmalıyım. Ayaklarım şıppadanak dalmalı denize. İçim ürpererek taşlara vuran ve süzülerek geri çekilen dalgaları tenimde hissetmeliyim. Baş parmağımın ucundan geçen yengeci muzurca dürtmeliyim.

Bahar geldi kanımda hissediyorum bunu. Hareket etmeliyim. Mutlu olmalıyım. Bahar mutluluğun neşenin ve aşkın zamanıdır. Dostluğun zamanıdır.

Salıncağa da binerim belki, ya da kimsenin olmadığı bir anda çocuk parkında kaydıraktan şöyle bir kayıveriririm.

Bir demet çiçek almalıyım eve giderken yemek yaparken onları koklamalıyım arada. Komşuya laf atmalıyım. Bahçede semaverle çay demlemeli konu komşuyu hadi hanımlar buyrun çaya Ayşe hanım sizde gelin ,bırakın canım bulaşığı iş bekler keyif beklemez diye seslenmeliyim. Çocuklar koşturmalı eteklerimde cıvıl cıvıl.

Ohhh sonunda bahar geldi.Hoş geldi....

Oylum Özmen