26 Mart 2007

BİR EVLİLİKTEN MANZARALAR



Yönetmen:Ingmar Bergman

1973 yapımı

drama

Oyuncular:Liv Ullman-Erland Josephson


Eğer yönetmen Ingmar Bergman ise onun sinema dehası konuyu işlemesi insan duygularını vurgulaması tartışılmaz.
***********

Elbette bu filmde döneminin iki büyük karakter oyuncusu filme eşlik ediyorsa yaklaşık 3 saatlik bu filmi izlerken kendi ilişkinizi gözden geçirecek ve yargılayacaksınız.
***********

Çekilmesi gerçekten cesaret işi bir film. Bir tiyatro izliyorsunuz. Tüm yetenek kamerada ve oyuncularda. Şov yok. Cinsellik erotizme dokunmuyor bile. Dar açılı ve hareketsiz kameradan sadece Johan ve Marianne' ı izliyorsunuz. Gözünüzü bulandıracak giysiler manzaralar yok. Gerçekten bir anahtar deliğinden yada kapı arasından evli bir çiftin mahrem iç dünyasına röntgencilik yapıyorsunuz.Bergman uzun diyaloglara yönelmiş bu esnada.Çiftimiz bir boks arenasında gibi karşılıklı çarpışıyorlar.
************

Bergman her zaman üzerinde durduğu Tanrısız bir dünyanın nasıl olacağı sorusunu bir yana koyuyor. Bu sefer başka bir soruya işaret ediyor. Kadın ver erkek arasındaki doğal olan zıtlığa rağmen aşkı besleyip yaşatan nedir? Bir evlilikten Manzaralar içtenlikle bu soruyu soruyor bizlere. Evli veya uzun süreli ilişkisi olan herkes içten içe farkedecektir ki evlilik tutku ve irritasyon arasında ahenkle dans eden , akıl okumaya yakın derecede ve delice bir inanç veya mahkumiyet arasında gidip gelen ve bazen karşınızdaki kişinin tamamen çözülebildiği yada tamamen yanlış da anlaşılabildiği veya görünmez hale geldiği bir yaşam. O zaman neden ve nasıl insanlar uzun yıllar birlikte olabilmekte?
************

Marianne (Liv Ullman) der ki "bazen çiftler farklı dillerde konuşmakta. Anlaşılabilmeleri için bir üçüncü dili keşfetmeleri gerekmekte".
************

Bir kadını hem arzulayıp ondan nasıl nefret edebilirsiniz. Üstelik sizi çok iyi tanırken.Tüm zayıflıklarınızı ve ihtiyaçlarınızı bilirken. Üstelik aşkı ararken eski aşkınızı özlememek mümkün mü?
************
Bir kadının doğurganlığı evliliği ve cinselliği ne kadar etkiler.
************

Yada başkalarıyla birlikte olmak isteği sadece "teoride kalan bir özlem" mi gerçekten. Tam tersine yeni aşkınızla birlikte iken uzun soluklu sıkıcı evliliğinizi özlemeniz mümkün mü? Sadece cinsellik mi çiftleri bir arada tutan?.
*************
Marianne tutkulu mükemmellik duygusunu farkedersiniz.Mükemmel bir eş mükemmel bir anne, sorumlu bir evlat ve mükemmel bir vücut düşüncesi ile bir tanrıça rolüne girerken Johan alaycı bir tutum içindedir.Marianne tatiller planlar organizasyonlar yapar çocuklarla ilgilenir. Her şey uyum içinde olmalıdır.Bir boşanma avukatı olmasına rağmen gerçekci değildir aslında.O kadar mükemmeliyetçidir ki burjuvazi evcimen mutluluk rüyasının içinde Johan a sorar "neden hem şişman hemde mutlu olamıyoruz ki".Çünkü ona göre önemli bir işi olan bir adamın eşi her zaman hoş görünümlü ve seksi olmalıdır.Oysa seksten eskisi kadar hoşlanmadığını anlarsınız filmde.
**************
Johan ise genelde dinlemektedir.İfade etmemektedir kendini.
**************

Dördüncü bölüm “Gözyaşı Vadisi” nde Johan mascular bir tavır içinde.Umursamaz bir maske takmış ve kendini anlatmaya çalışan Marianne’ı dinlemez iken öte yandan onu çok arzulamaktadır. Oysa yeni sevgilisini terketmek gibi bir niyeti de yoktur. Hatta uzaklara gitmek üzeredir. Marianne’s ise bu tutkudan korkmakta hatta reddetmekte ama genede Johan’la sadece uyumak istemektedir.Onun bu sıradan "erkeksi tavrı" cinsel olarak çekmemektedir Marianne'ı.Ancak kadının güven ihtiyacını kamçılamaktadır. Güven duygusunun ve huzurun yerine konmaya çalışılmasıdır bu aslında her ikisi için . Ya da aşkı ifade ediş. Sadece cinsiyetleri arasında var olan doğal farklılık bunu farklı şekilde göstermektedir.
***************

Bu öyle bir ihtiyaç haline gelirki bir sonraki bölümde boşanmak üzere olan çiftin arasındaki teknik uzaklık kendini hissettirirken öte yandan tutku, hınç, nefret, ihtiyaç duyma bir anda patlama gibi yaşanır çiftin arasında.Bir tango yu hatırlattı bana.Sert haşin tutkulu.Alabildiğince kadın ve erkek.Birbirlerine gerçekten öfkeyi ve nefreti gösterirler daha önce birbirlerine hiç bağırmamışlar mıydı yoksa.Bu sahnede gerçekten boşanır çift.
****************
Oysa bu sadece yeni bir başlangıçtır. Aşkı yeniden keşfedişin birbirlerini yeniden keşfedişin ve farklı bir hayata atılan yeni adımı.
*****************

Liv Ulman herşeye rağmen müthiş oyunculuğunun yanısıra parıldayan güzelliği ile sahnede yer alırken Erland Johannson ile birlikte birbirlerini müthiş tamamlıyorlar.Mutlaka arşivlerde yer alması gereken baş tacı bir film.

melek


HOŞÇAKAL GÜZEL GÖZLÜ MELEK
HUZUR YOLDAŞIN OLSUN
RAHAT UYU ARKADAŞIM



Ve bir gün insan da ölür

Çimen gibi yaprak gibi

sarsılır yeryüzü yerinden

Devrilen koca ağaçtır sanki

Durur atışları yorgun kalbimizin

El, ayak kesilir

Göz ölür, dudak ölür, kan ölür

Susar ta içimizde

Yıllardır çalan çalgı

Bütün teller ses vermez olur

Acılar diner

Ve bir gün biter bu çirkin oyun

Perde iner...

Ümit Yaşar Oğuzcan

22 Mart 2007

DOKUZ CANLI EDWARD


Yazar : Chrystine Brouillet


Edward kayısı rengi tüyleri olan bir habeş kedisidir ve dokuzuncu hayatını Paris'te sevgili dostu fotoğraf sanatçısı güzel Delphine ile birlikte yaşamaktadır.


Delphine bir türlü doğru dürüst adamı bulamayan ve her seferinde" bu bambaşka hissediyorum" tarzında cümleler kuran genç bir kadın.


Edward onun henüz ilk hayatını yaşadığını düşünmekte ve yardım etmeye çalışmakta .Çünkü öyle acemice ve deneyimsiz davranmaktadır ki Delphine.


Kediler, kadınlar ve katiller üzerine vapurda bir solukta okuduğum romanlardan.

20 Mart 2007

REST STOP


Bu sıralar arkadaşlar tembellik yapıyorum ki evde yemek bulabilene aşk olsun ve Pizza Briggs ile Arzu Pide çok yaşasın. Ohhh yaa ne güzelmiş tembellik.


Tembellik hakkı üstüne uzun bir yazmalıyım.Ancak bu da bir çalışmayı gerektiriyor.


Eve gelip oğluşla oyun oynuyor sonra pijamalarımı giyip t.v. seyredip çiğdem çitliyor çay ve bisküvi takılıyorum. Çok hoşuma gitti bu iş. Bir süre devam ederim artık. Tatildeyim yani.


Neyse filmimiz korku/gerilim türünde.


Erkek arkadaşı ile evinden gizlice ayrılarak başka bir eyalete doğru yola çıkan genç bir kızın öyküsü denebilir buna. Çünkü erkek arkadaşı durdukları şehirler arası dinlenme noktasında henüz filmin başında manyak bir katilin eline düşerek elimine olur.


Pis bir tuvalette daha önce öldürülmüş kurbanların hayaletleri ile takılıp kalan genç kız kurtulabilecek mi?


Klasik korku ve gerilim temaları işliyor.Kız güzel ve akıllı :))


Seyredin güzel.

18 Mart 2007

APOCALYPTO


Mel Gibson'un yönetmenliğini yaptığı ve Senaryo yazarlığına katkıda bulunduğu bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
****

Tüm film maya dilinde alt yazılı olarak izleniyor. Bu da olaya kendinizi kaptırmanızı sağlıyor.
****

Ancak filmin konusu gene klasik Amerikan filmleri muhabbetinden kendini kurtaramıyor. Ailesi için bir erkek neler yapmaz ki? Elbette herkes hamile karısının ve küçük oğlunun hayatını kurtarmak için elinden geleni ardına koymaz. Bu tema ucuz karete filmlerinden üçüncü sınıf korku filmlerine kadar işlenmiştir. Filmlerde başka hareket noktası bulmak zorlarına mı gidiyor yoksa insanların farklı görüşlere sahip olduğunu filmlerde göstermek işlerine mi gelmiyor ya da en büyük tepkiyi Amerikalı izleyiciler buna veriyor da işin kolayına kaçıp bu temayı mı işliyorlar bilemiyorum.
*****

Filmin genel akışı ise çok iyi. Kafanızı fazla takmadan trene bakar gibi seyrederseniz güzel bir aksiyon filmi izlemiş olursunuz. Amazon ormanlarında geçen film gerçekten sizi henüz taş devrini yaşamakta olan Güney Amerika yerlileri ile özdeşleştiriveriyor. Hele zamanında iyi bir Mister No okuyucu iseniz size tanıdık gelecek bir çok sahne var. Örneğin yaraların bir türlü karınca sayesinde dikiş atılarak kapatılması.
****

Ancak film öyle bir noktalanıyor ki beni rahatsız etti. Mayalar güneşe tapan bir uygarlıktı. İnsan kurban ederlerdi. Kurbanlar genellikle esirler ve suçlulardan oluşurdu. Buraya kadar tamam. Ama öte yandan dünyanın en gelişmiş uygarlıklarından biriydi. Hala onlarla ilgili çözülemeyen ve arkeologları tutkuyla çalışmaya iten bir çok nokta var. Maya uygarlığı ispanyol sömürgecileri tarafından yıkıldı. Binlerce insan öldürüldü. Avrupanın alnının akıyla çıktığı soykırımlardan biridir.
****
Yüzyıla yakın çalışmalarla arkeologlar bu insanları anlamaya çözümlemeye çalışıyor. Ancak film şöyle bir noktaya bağlanıyor :'' Maya'lar öyle korkunç vahşi bir uygarlıktı ki İspanyol yağmacıları tarafından yok edilemeyi çoktan haketmişlerdi''. Konudan bir haber vatandaş der ki filmden çıkınca; adamlar haklıymış bunları katletmekte. Aslına bakarsanız bir kaç yüz ispanyolun kadın çocuk ayrımı yapmadan 10.000 peru yerlisini katlettiğini ayrımsayabilirseniz eğer gerçek katillerin henüz taş devrini yaşamakta olan bu uygarlık değil modern silahları keşfetmiş olan sömürgeciler olduğunu anlamanız hiç de zor olmaz.
Her ne kadar Amerikalı filmciler teknolojik açıdan gelişmiş olsalar dahi şu at gözlüklerini gözlerinden çıkartıp atmayı başaramadılar son yıllarda.

Bu tıpkı Irak 'a barış ve uygarlığı vermek için A.B.D. tarafından işgalini ve sivillerin çocukların öldürülmesini onaylayan bir mantık.
****
Sıkı bir hiristiyan olan Mel Gibson'un bakış açısı belkide böyle özetlenebilir. Niyeti domuz çobanı Pisarro'yu aklamak olmasa da aslında bunu ona hak vererek ve kendinden daha ilkellerin katlini öyle veya böyle haklı gördüğünü açık ve net şekilde belirtiyor.
****
Şuda bir gerçektir ki ; Homosapiens dünya üzerindeki en vahşi yaratıktır. Bu vahşiliği ve saldırganlığı sayesinde bugünkü uygarlık düzeyine ulaşmıştır. Bu yüzden sanat ve düşünsel faaliyetler bir çok insan tarafından benimsenmez. Dünya üzerindeki gelişememiş olan minik insan grupları bu kadar barışçı oldukları için hala taş devrini yaşamaktadır. Amazon'un derinliklerinde yaşamakta olan kabileler gibi.
Maya'larla ilgili ayrıntılı bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Ama filmin genel akışı sizi soluksuz bırakacak.Kovalamacanın heyecanına kendinizi kaptıracak Jaguar Pençe'siyle birlikte soluk alıp vereceksiniz. Akış müthiş. Kostümler ve dekorlar bir harika. Genel ortam zaten Amazon ormanının zümrüt rengi derinliklerinde geçiyor. Eski tarihi filmleri hatırlatıyor. Oldukça geniş bir figüran ordusu görev yapmış. Bu arada ateşin başında köyün yaşlısının anlattığı hikaye çok hoş.İyi dinleyin.
Mutlaka izleyin. Sonra tartışalım.


Keyifli seyirler.

16 Mart 2007

PORTAKALLI KURABİYE

Bu kurabiyelere bayılırım. Yıllardır her kış hiç aksatmadan yaptığım ve çayın yanında tükettiğim çocukluk kurabiyelerimdendir.

Annem bu kurabiyelerden yaparken kedi gibi başında bekler ve insafa gelip kurabiyenin çiğ hamurunun tadına bakmamıza izin vermesini isterdik. Bir de muhallebi yaparken elimizde kaşıklarla bekleyip yalvardığımızı hatırlıyorum.

- N'olur anneee, dibini tuttur anne.
- -Lütfen anne.

Sonra üç kardeş elimizde kaşıklarla dalardık tencereye. Aman sakın kardeşlerim benden daha fazla yemesin. Çoğunu ben almalıyım yarışına başlardık.
Ne güzel şey çocukluk; Hatırlamak bile dudaklarımızın yukarı doğru kıvrılmasına gözlerimizin hülyalı bakmasına yetiyor.

Bütün dünya benim etrafımda dönerdi. Annem ve babam dünyanın en önemli kişileriydi, onlardan daha büyük insan yoktu. Halbuki annem gencecik üniversiteyi yeni bitirmiş bir kadınmış beni kucağına aldığında. Çocukmuş daha. Bizimle bol bol oyun oynayıp bebeklerimize ceketler örmesi de ondanmış. Şimdi ayrımsıyorum bunu.

Oysa ben bu yaşımda kendimi çocuk hissediyorum. Ölmedi daha. Oralarda bir yerde kovboyculuk oynuyor ata biniyor kızılderili olup ördüğü saçlarına tüyler takıyor.

Dalıp gidiyorum ve bazen otobüslerde hayaller kuruyorum. Fiilen değil belki ama hayallerimde oyun oynuyorum. Keşke hiç büyümeseydim diyorum. Mutsuz olduğumdan değil. Ama çocukluktaki saf katışıksız mutlulukla asla karşılaştırılamadığından. Onu özlüyorum. Öyle çok özlüyorum ki yürüyen bebeğimi kıran kıza hala daha kızgınım. Ona bebeğimi veren Anneanne’me de çok kızgınım. Bebeğim daha yatağımın altında iki parça halinde duruyor . Kafası kolunun altında ! Atamadım.Belki ben öldükten sonra anlamayacaklar ve gülecekler bulduklarında.Kim bilir ne fanteziler ve fikirler dansedecek kafalarında.Olsun.

Geldiği günü bile hatırlıyorum oysa. Nasıl yürüdüğünü. Annemin babama :
- ne gerek vardı neden aldın
diye kızdığını ve o esnada balkonda çamaşır asmakta olduğu da gözümün önünde. Mavi kutusunun içinde kocaman pembe elbiseli sarı saçlı mavi cam gözlü bir bebek. Ayakkabılarının altı yumuşacık. Benim için öyle kıymetliydi ki oynamaya ya kıyamadım yada bozarım diye elime sık verilmedi. Malum o zamanlar böyle oyuncaklar piyasada yoktu. Ama Anneanne’mi ziyarete gelen kızın birisi çat diye kafasını koparıverdi işte.

Ama Anneanne’me haksızlık etmemeliyim. Çok enterasan bir kadındır kendileri. Tam Anadolu annesi. Yiğit, mert, kahve falına bakan, büyüye inanan, mezarlıklara gidip dua eden çok acayip ve farklı kesimlerden arkadaşları olan. Her konuda konuşabileceğiniz üstelik yanında İzmir küçük bir köymüş de yarısını tanıyormuş hissine kapıldığınız ama asla düşman olmak istemeyeceğiniz ve zaten tavsiyede etmeyeceğim vasıfta.

Sabah evden çıktı mı en azından iki kişiye uğramadan eve dönemeyen bir kadın. Parasını çalan müteahhidi polisler bulmayı başaramayınca polisleri de alıp adamın evini basacak kadar korkusuz felaket bir kadın. Bir gün bile sert sözünü duymadım. Ürküten otoritesini hissetmedim. Ama gene de her dediğini yapardım. Yaptırırdı bir şekilde. Onun yanında söz dinleyen iyi kız oluverirdim.

Çok iyidir. Benim canımdır.Tanımanızı isterdim. Onun sayesinde bol bol yürümeyi kahve içip fal baktırmayı kapı kapı gezmeği ve yaşlıları çok seviyorum.

O’nunla hayatım Sadık Yemni’ nin Muska romanındaki gibi geçerdi. Sıcak yaz günlerinde güzelce yıkanmış nemli bahçelerde mangal da kahveler pişirilirken ve fallar açılıp kiminin gelini kiminin kayınvalidesi hakkında yorumlar yapılırken, ben kilim örtülü divanlarda akşam safalarının yanında kedileri mıncıklardım. Ya da kemeraltında gezerken çok yorulduğumuzda Hisar Camii’nin üst katına kadınlar bölümüne çıkıp dinlenirdik. O eski caminin, taş duvarlarının arkasında, serin, hafif mırıltılarla dolu huzurlu ortamında anneannemin pardesüsü üzerimde örtülüyken uyuduğum uykuların tadını nasıl unutabilirim. Sonradan bir kaç defa tutturmuştum camiye gidelim uykum geldi yoruldum diye. Ne yaptı bilmiyorum ama ezan sesini duydukça hep içimi bir huzur kaplar ve esnemeye başlarım. Belki uzun yaz günlerinde öğleden sonraları imbatla uçuşan perdelerden rüzgarla birlikte giren ezan sesini de uykumda hissetmemdir sebebi. Ne olduğu önemli değil beni rahatlatır.

Anneannem camiiye canımın istediği zaman girebileceğini çekinmemem gerektiğini bana gösteren insandı. Mevlütlerde Kur’an-I Kerim okunurken veya vaaz verilirken hoca ya fırça atacak kadar kendine güvenen mert bir insan. Öyle bir insandı ki; koca adamların karşısında ezilip büzüldüğünü gördüm, o kendinden emin ses tonunu yüksetmeden çakmak çakmak yanan yeşil gözleriyle insanların gözlerinin içine baka baka konuşurken.Üstelik de tam bir sosyal demokrattır.

Bir gün onu uzun uzun anlatırım. Onunda hayatımda çok önemli doldurulumaz bir yeri vardır benim için.

İşte böyle bir portakallı kurabiye dedik taa nerelere geldik. Serbest çağrışımın atı gene dolu dizgin bugün.

12 Mart 2007

VİŞNELİ SÜPRİZ PASTA


Bu tarif Oktay Usta’dan.Görümcem Vildan denemiş. Bana da ikram etti ve tadına bakınca mutlaka bloga eklemeye karar verdim.Bana servis edildiğinde pasta çoktan kesilmiş olduğundan bütün olarak fotoğrafını alamadım ama tadı çok güzeldi.

Kek için

3 yumurta
1 su bardağı toz şeker
2 yemek kaşığı kakao
1 pkt kabartma tozu
1 adet limon kabuğu rendesi
2 su bardağı un

Kreması için

3 su bardağı süt
1 su bardağı toz şeker
4 yemek kaşığı un
1 paket vanilya

Süslemek için

1 paket toz şanti
1 su bardağı soğuk süt
1 çorba kasesi vişne
Bitter çikolata

HAZIRLANMASI

Kekinizi hazırlayın ve 170 derecede 30-40 dakika kadar pişirin.
Kekiniz soğuduktan sonra ikiye ayırın.
Vişne kompostosunun yada reçelini şerbet yaparak kekinizi güzelce ıslatın.
Hazırladığınız kremayı ıslattığınız alt kata yayın ve kekin diğer parçasını kremanın üzerine kapatın.Kremayı yaymadan önce keki tekrar şerbetleyin
Krem şantiyi bir bardak soğuk sütle çırpın.
Pastanın üzerine yayın.
Vişneleri şantinin üzerine yerleştirin.Biraz sulu olarak yanlarına akacak endişelenmeyin.
Bitter çikolatayı rendeleyin yada rondodan geçirip krem şantinin ve vişnelerin üzerine serpin.
Afiyet olsun.

08 Mart 2007

KUTLU OLSUN


EVİNE,YAVRUSUNA İŞİNE EMEK HARCAYAN VE HAYATI YARATAN TÜM HEMCİNSLERİM DÜNYA KADINLAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN.

01 Mart 2007

SOĞAN KIZARTMASI


MALZEMESİ

2 adet soğan
1 yumurta
1 şişe soda
un
tuz
karabiber

HAZIRLANMASI

Soğanları soyup yıkayıp birer parmak kalınlığında halka şeklinde kesin.
Her bir soğan halaksının katmanlarına ayırın.
Soğanları tuzlayıp biberleyin.
Yumurta,un,bir şişe soda ile boza kıvamında sosunuzu hazırlayın.
Sosunuza soğanları iyice bulayın.
En az yarım saat bekletin.Hatta ağzı güzel kapanan bir kaba koyup bir gece buzdolabında bekletirseniz daha güzel olur.
Yağınızı kızdırın ve soğan halkalarının fazla sosunu silkeledikten kızartın.

AFİYET OLSUN.
Oylum Özmen

ELMALI TOP KEKLER

Bu tarifi sanırım http://www.allrecipes.com/ adresinden almıştım uzun zaman önce. Çok emin olduğumu söyleyemem kaynağı hakkında. Ama üzerinde bazı değişiklikler yaptım ilk denemeden sonra. En az 3 değişiklik tarifi bana ait olmasını sağlayacağına göre bu tarif artık benim. Şekeri ben az kullanıyorum çünkü oğlum çok şekerli tatlardan pek hoşlanmıyor.

Dediğim gibi bu keki daha önce denemiş olmama rağmen fotoğraf makinam çalındığı için bir türlü yazamamıştım. Artık bir süre cep telefonu ile çekilmiş fotoğraflarla idare etmek zorunda kalacağım. Artık kusura bakmayın.

Gelelim tarifimize;


MALZEMELER

2,5 bardak un
4 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 çimdik tuz
½ bardak şeker (dilerseniz miktarını artırabilirsiniz.Bizim evde fazla şekerli kekler tüketilmiyor malesef)
2 yumurta
10 yemek kaşığı tereyağı (yumuşamış)
1 limonun rendelenmiş kabuğu
bir kaç damla limon suyu-1 tatlı kaşığı kadar
1,5 bardak süt
1-1,5 paket kadar vanilya
1 büyük ekşi yeşil elma-marketlerde granny smith adıylada satılabiliyor.-kabuğu soyulmuş ve rendelenmiş.
1 tatlı kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tarçın

HAZIRLANMASI

Fırınınızı 220 dereceye ayarlayın. Kek kalıplarınızı yağlayın ve unlayın.

Şeker, yumurtalar, tereyağı, vanilya, limon kabuğu, limon suyu ve sütü krema kıvamına gelinceye kadar çırpın.

Un, tuz ve kabartma tozunu ayrı bir kabın içine eledikten sonra yukarıdaki yumurtalı karışıma ekleyin.

Rendelenmiş elmaları ilave ettikten sonra bir karışımla kek kalıplarının içine paylaştırın.

Birer tatlı kaşığı tarçın ve şekeri karıştırın ve top kekleriniz üzerine serpin.

15 dakika pişirin. Bir kürdanla pişip pişmediklerini kontrol edin.

Fırından alın.


Kalıptan çıkartmak için 1-2 dakika soğutun.


Mümkünse buzdolabında bir gün bekletip serin servis edin.

Kesinlikle sıcak tadına bakmayın-moraliniz bozulmasın:))




AFİYET OLSUN
Oylum